1. Adverb kadar.
    Bob runs fast, but I run just as fast: Bob hızlı koşar, fakat ben de onun kadar (hızlı)
    koşarım.
    He is as generous as he is wealthy: Zengin olduğu kadar da cömerttir.
  2. Adverb gibi, örneğin.
    Some flowers, as the rose, require special care: Gül gibi bazı çiçekler özel ihtimam
    isterler.
    to act as a father: baba gibi davranmak.
    Some animals are cunning, as the fox: Bazı hayvanlar kurnazdır, örneğin tilki.
    as often happens: çoğunlukla olduğu gibi.
  3. Adverb olarak.
    Man as different from other animals: Öbür hayvanlardan ayrı olarak insan.
    to treat
    someone as a stranger: bir kimseye yabancı muamelesi yapmak.
  4. Adverb üzere, veçhile.
    as you like: nasıl isterseniz (isteğiniz veçhile).
  5. Conjunction gibi, kadar.
    Do as we do: Bizim gibi yapın.
    It is valuable as gold: Altın kadar kıymetlidir.
  6. Conjunction … iken, esna(sın)da, sıra(sın)da.
    He was often ill as a child: Çocuk iken (çocukluğunda/çocukluğu
    esnasında) çoğu zaman hasta idi.
    As a child, I used to think so: Çocuk iken ben de öyle düşünürdüm.
    He went out (just) as I came in: (Tam) ben girerken o gidiyordu.
    One day, as I was sitting … : Bir gün, ben otururken …
    They were murdered as they lay asleep: Uyurken (uyku esnasında) öldürüldüler.
  7. Conjunction için, … diğinden, … sebebiyle, -den dolayı, madem ki, … maksadıyla.
    As you are leaving last, please
    turn out the lights: Mademki en son siz çıkıyorsunuz, lütfen lambaları da söndürün.
    As it were raining, we stayed at home: Yağmur yağdığından (dolayı) evde kaldık.
    As you are not ready, we can not go: Hazır olmadığınızdan gidemeyiz.
  8. Conjunction gerçi, her ne kadar … ise de, … olsa bile.
    Improbable as it seems, it's true: Her ne kadar imkânsız
    gibi görünüyorsa da, gerçektir.
    Bad as it was, it might have been worse: Gerçi bu kötü idi, fakat daha da kötü olabilirdi.
  9. Conjunction -dikçe/-dıkça.
    He grew gentler as he grew older: Yaşlandıkça kibarlaştı.
  10. Pronoun … ile aynı, aynen … gibi.
    I have the same trouble as you had: Senin karşılaştığın güçlüklerle
    ben de karşılaştım.
    It is as you told me: Aynen bana söylediğin gibi.
    A is to B as C is to D: A'nın B'ye oranı ne ise, C'nin D'ye oranı da odur.
  11. Pronoun … veçhile, … üzere.
    She did the job well, as can be proved by the records: Kayıtlarla ispatlanabileceği
    gibi, o görevini hakkıyla yaptı.
  12. … olarak, … sıfatıyla.
    to act as a chairman: başkan sıfatıyla eylemde bulunmak.
    I remember
    him as having been a good artist: Onu iyi bir sanatçı olarak hatırlıyorum.
    I had him as a student: O benim öğrencimdi.
    He works as a farmer: Çiftçi olarak çalışıyor.
    The child is lazy as lazy: Çocuk tembel mi tembel.
    As you were! Affedersiniz! Pardon! (Yanlış söylenen bir sözü düzeltmek için söylenir).
    The plane leaves at 9.30, as you were! 10.30.: Uçak 9.30'da, affedersiniz, 10.30'da kalkıyor.
  13. Noun eski Romada (M.Ö. 80 yılına kadar) kullanılmış bir sikke.
  14. Noun ağırlık birimi, ≈ 327 gram.
veli sıfatıyla hareket etmek Verb
Ev içi çalışan personelin işverenleri olarak hanehalklarının faaliyetleri (NACE kodu: 97) Noun, Trades-Professions
Ev içi çalışan personelin işverenleri olarak hanehalklarının faaliyetleri (NACE kodu: 97.0) Noun, Trades-Professions
Ev içi çalışan personelin işverenleri olarak hanehalklarının faaliyetleri (NACE kodu: 97.00) Noun, Trades-Professions
Hanehalklarının işverenler olarak faaliyetleri; hanehalkları tarafından kendi kullanımlarına yönelik
olarak ayrım yapılmamış mal ve üretim faaliyetleri (NACE kodu: T)
Noun, Trades-Professions
birini vekil tayin etmek Verb
bütün bunlar yetmezmiş gibi, bunlar da yetmezmiş gibi, üstüne üstlük Adverb
bütün bunlar yetmezmiş gibi, bunlar da yetmezmiş gibi, üstüne üstlük Adverb
sözünün eri olmak, vaadini /sözünü tutmak.
dostlarını seçerken titiz davranmak Verb
avukat olarak ün kazanmak Verb
son işverenini referans olarak vermek Verb
son işvereni referans olarak vermek Verb
canını vatanına feda etmek Verb
birine niyetleri hakkında kesin bilgi vermek Verb
hedef almak Verb
birini vâris tayin etmek Verb
büyük bir kudret olmaktan çıkmak Verb
birini hedefi olarak tayin etmek Verb
birine gerçek niyetlerini başka türlü göstermek Verb
garanti olarak evini göstermek Verb
garanti olarak evinıgöstermek Verb
(US) kendi mallarını başka markalı mal diye yutturmak Verb
hizmet olarak platform Noun, Software
...'lık mesleğini icra etmek Verb
Bir bütün olarak topluma hizmetlerin sağlanması (NACE kodu: 84.2) Noun, Trades-Professions
(birinin) ağıznı kullanmak Verb
birini otorite olarak göstermek Verb
bakanlığa atanmış olmak Verb
ödev bilmek Verb
başkanlık görevlerinden ayrılmak Verb
öğretmenlikten ayrılmak Verb
aklı kılavuz edinmek Verb
aklı rehber ittihaz etmek Verb
basını kendi siyasal fikirlerinin aracı olarak kullanmak Verb
(a) oranında, nisbetinde, derecesinde, göre, nazaran.
We see things differently according as we are
rich or poor: Zengin veya fakir olduğumuza göre olayları farklı görürüz. (b) eğer, şayet, -e bağlı olarak.
sıfatıyla hareket etmek Verb
... sıfatıyla hareket etmek Verb
fonksiyonu görmek Verb
şimdiki yönetimin performansını beğenmediklerini ifade etmiş ve yöneticileri değiştirmeye kararlı olan bir grup hissedar
(US) muhalif hissedarlar Noun
menkul kıymetler piyasasında nispeten daha yüksek fiyatlı hisse senetleri Noun
nitekim
bu tür hisse senetlerine iyileşme dönemi hisse senetleri denir
şirketin bir güçlük döneminden sonra performansı düzeliyorsa
hisse senetlerinin fiyatları artabilir
aynı.
He works in the same building as my brother: Kardeşimle aynı binada çalışıyor.
yeni adla saklamak Verb, Information Technology
tarz(ın)da, şekilde, öyle ki, ta ki, (olumsuz tümcede) … kadar.
He so arranged matters as to please
everyone: İşleri, herkesin hoşuna gidecek tarzda düzenledi.
He is not so foolish as to believe it: Buna inanacak kadar budala değildir.
Speak louder so as to make youself heard: Sesini duyuracak şekilde yüksek sesle konuş.
Will you be so kind as to tell me: Lütfen bana söyler misiniz?
madem ki … Noun
kadar.
as far as I can: elimden geldiği kadar.
He is as industrious as he is intelligent:
Zeki olduğu kadar da çalışkandır.
as rich as Croesus: Karun kadar zengin.
as far as I am concerned: bence, bana kalırsa.
as soon as he comes: o gelir gelmez.
olduğu kadar, nasıl … öyle … , -dikçe/-dıkça.
(Just) as we must know how to command, so we must know
how to obey: Emretmesini olduğu kadar itaat etmesini de öğrenmeliyiz.
As the parents act, so will the children: Ebeveyn nasıl hareket ederse çocuklar da öyle davranırlar.
As the season advances, so the days get longer: Mevsim ilerledikçe günler de uzuyor.
As you treat the others, so will they treat you: Başkalarına karşı nasıl davranırsanız, başkaları da size karşı öyle davranır (= Ne ekersen onu biçersin).
yukarıdaki gibi
bildirildiği üzere
karşın, mukabil.
His net income this year amounted to $60,000 as against $50,000 last year: Geçen
yılki $50,000 a mukabil bu yıl net geliri $60,000 a ulaştı.
kabul edildiği gibi
her zaman olduğu gibi Adverb
her zamanki gibi Adverb
değiştirilmiş şekliyle Adverb, Law
tadil edilmiş haliyle Adverb, Law
tadil edilmiş şekliyle Adverb, Law
değiştirilmiş haliyle Adverb, Law
ilişikteki belgelere uygun olarak
mutabakata varıldığı şekilde
önceki gibi
eskisi gibi
(a) gerçek, hakikî, ta kendisi, tıpkısı, (b) bizzat, şahsen, (c) canlısı/hakikisi kadar büyük.
âdi, düşük, pespaye.
şart koşulduğu üzere
arzuya göre
talimat üzerine
onun kadar sarhoş
(veya
Brit.:
ditchwater)
k.d. cansıkıcı, kasvet verici, bunaltıcı.
daha, henüz, ta.
as early as 1900: daha 1900 yılında.
as early as tenth century: ta onuncu yüzyılda.
mümkün olduğu kadar çabuk
(Br) çok kolay
… kadar, … derece(de).
We went as far as the town: Şehre kadar gittik.
I will help you as far
as I can: Elimden geldiği kadar sana yardım ederim.
as far as I am concerned: bence, bana kalırsa, bana sorarsan.
as far as he is concerned: ona kalırsa, ona sorarsan.
as/so far as I know: bildiğime göre, bildiğim kadarı.
as/so far as I can foresee: tahminime göre.
as far as the eye can see: göz alabildiğine.
as far back as I can remember: hatırlıyabildiğim kadarı.
As far back as 1948: Ta 1948 yılında.
mümkün olduğu kadar
mümkün olduğunca Adverb
mümkün olduğu kadar Adverb
mümkün olabildiğince Adverb
mümkün olabildiği kadar Adverb
mümkün mertebe Adverb
ancak, … bile değil.
Some workers earn as few as $300 a month: Bazı işçiler ayda ancak 300 dolar kazanıyorlar.
yamyassı
kurucu üye
taptaze, tertemiz, gıcır gıcır, pırıl pırıl.
ahbapça
-den/-dan (itibaren).
The agreement starts as from May 1st: Sözleşme 1 Mayıstan itibaren yürürlüğe giriyor.
...'den başlayarak
...'den itibaren
(a) gibi, kadar, âdetâ, hemen hemen.
as good as new: yeni gibi, âdetâ/hemen hemen yeni.
He
looks as good as dead: Ölü gibi görünüyor. (b) … kadar doğru/güvenilir.
as good as his word: sözü kadar doğru. (c) nerede ise, az kalsın.
We were as good as drowned: Nerede ise boğuluyorduk.
as2 (14).
altın gibi değerli
hiç kullanılmamış gibi
zümrüt gibi
garanti olarak
çelik gibi sert
demir gibi sert
yapmacık
duygusal olmadan
sapasağlam
kurşun kadar ağır Adjective
kurşun gibi ağır Adjective
geçmişteki gibi
'a kadar
fiyatlar en çok
belirtildiği üzere
talimat üzerine
faiz olarak
hardal gibi keskin
(a) doğal büyüklükte (heykel), (b) ânide, beklenmedik bir anda, bütün heybetiyle, sapasağlam, dipdiri.

I had not seen him for years, but here he was, as large as life and twice as natural: Onu uzun yıllar görmemiştim, fakat ânide bütün heybetiyle/sapasağlam karşıma çıkıverdi.
(a) gerçek, hakikî, ta kendisi, tıpkısı, (b) bizzat, şahsen, (c) canlısı/hakikisi kadar büyük.
büyük bir ihtimalle, çok muhtemel.
He will succeed as likely as not: Büyük bir ihtimalle muvaffak
olacak.
He'll forget all about it as likely as not: Bütün bunları unutması çok muhtemeldir.
sürece, müddetle, şu şartla ki, şartıyla.
as long as I live: ömrüm oldukça.
You can go out,
as long as you promise to be back before 11 o'clock: Saat 11'den önce dönmek şartıyla gidebilirsin.
as2 (19).
kadar
bir o kadar
… kadar, … gibi, sanki … .
He looked at me as much as to say … : … demek ister gibi yüzüme baktı.

It's as much as saying he is a liar: Bu ona yalancı demek gibi bir şey.
I love you as much as I love your brother: Kardeşini sevdiğim kadar seni de seviyorum.
kabil olduğu kadar
(mal) kullanılmış ama yepyeni
ne zaman … , kaç kere/defa.
As often as he tried to go there, hes's always failed: Kaç kere oraya
gitmek istedi, fakat başaramadı.
As often as I tried to get an answer from him, he made an excuse and avoided giving me the information I wanted.
çoğunlukla, çok defa, çoğu kez.
During the foggy weather the trains are late mor often than not:
Sisli havalarda çok defa trenler gecikir.
çok eskiden beri
ortaklaşa
para karşılığı olarak
göre
itibariyle
nazaran
mümkün mertebe
öngörüldüğü üzere
yıldırım gibi çabuk
söz konusu olduğunda
'a gelince
saat gibi muntazam
tam sıhhatli, sapasağlam, turp gibi.
Jane's been ill, but she's as right as rain now.
son derece güvenli
güvence olarak
alıcının gördüğü durumda satıcı sattığı şeyin durumuna ilişkin taahhütlerde bulunmaz anlamında
derhal, hemen, … olur olmaz.
We will leave as soon as he comes: O gelir gelmez hareket edeceğiz.

as soon as possible: bir an önce, olabildiği kadar çabuk, mümkün olan süratle.
öngörüldüğü gibi
şart koşulduğu gibi
kesinkes emin olma
çok emin olmak Verb
kesinkes
denizdeki kum gibi
böylesine
altın gibi saf
… de/da, ayrıca, ilâveten, keza.
Take him as well: Onu da al.
You may keep these as well:
Ayrıca bunlar da sizin olsun.
One may as well say that … : Keza denilebilir ki …
hem … hem de, ne kadar … ise o kadar, … kadar da.
She was good as well as beautiful: Güzel olduğu
kadar da iyi idi.
by day as well as by night: gece gündüz (hem gece, hem de gündüz).
… kadar, … ile beraber, …'e ilâveten, hem … hem de …
She was good as well as beautiful: Hem güzel hem de iyi idi.
kar kadar beyaz Adjective
kar gibi beyaz Adjective
madem ki … Noun
varmak Verb
'e kadar yükselmek Verb
… bakımından, cihet(iy)le, …'e bakılırsa, … itibarıyla/hasebiyle.
He was German in so far as he was
born in Germany, but he became an American citizen in 1946.
madem ki … Noun
o kadar ki … Noun
düşünüldüğü kadar ... değil Adjective
zannedildiği kadar ... değil Adjective
sanıldığı kadar ... değil Adjective
  1. Noun ace
  2. Noun star
  3. Noun superstar
  4. Noun champion
  5. Noun stoat
  6. Noun ermine
hizmet olarak yazılım Noun, Software
deputy chief
ermine

Turkish Dictionary (Kubbealti Turkish Dictionary)

  1. Önüne geldiği ... kademesini anlatır
  2. Arsenik elementinin sembolü
  3. İskambil kâğıtlarında birli
  4. Kakum denen ... adı, hermin
  5. Mersin ağacı