breath

  1. Noun, Physiology soluk, nefes.
    draw a breath: soluk/ nefes almak.
    get one's breath back: nefesini toplamak,
    kendine gelmek.
    hold one's breath: soluğunu/nefesini tutmak.
    last breath: son nefes.
    lose one's breath: nefesi kesilmek, tıkanmak.
    take someone's breath away: birisinin nefesini/iflâhını kesmek.
    to be short of breath: nefes darlığı çekmek.
  2. Noun soluma, nefes alma.
    take a breath: nefes almak.
    He took a deep breath: Derin nefes aldı.
  3. Noun hayat, canlılık.
    It is the very breath of life to me: Bu benim için canım kadar azizdir.
  4. Noun kolayca/normal nefes alma.
    He stopped to regain his breath.
  5. Noun teneffüs, kısa dinlenme zamanı.
    Give him a little breath: Ona biraz dinlenecek zaman bırak.
    to
    stop for breath: durup biraz dinlenmek.
  6. Noun dem, an, bir solunumluk/nefeslik zaman.
    in a breath: bir anda, bir nefeste.
    to say something
    (all) in one breath: bir nefeste söyleyip bitirmek, herşeyi söylemek.
  7. Noun fısıltı, fısıldama.
  8. Noun esinti, püfürtü, hafifçe esme, hafif yel/rüzgâr.
    a little breath of wind: hafif esinti/yel.
    There
    wasn't a breath of air: Hava sakindi/durgundu (Hiç esinti yoktu/yaprak bile kımıldamıyordu).
  9. Noun, Phonetics (a) ses üreten soluk, (b) p, k, ş gibi harfleri çıkaran soluk.
  10. Noun nefesteki buğu/buhar.
  11. Noun önemsiz şey/koşul.
  12. Noun nefes kokması.
    bad breath: ağız kokması/kokusu.
    have a bad breath: ağzı/nefesi kokmak.
  13. Noun buhar, koku.
fısıltı ile, yavaş sesle.
to swear under one's breath: yavaş sesle (içinden) küfretmek.
to
protest under one's breath: homurdanmak.
son nefesini vermek Verb
soluk/nefes almak, nefesini toplamak, dinlenmek.
Let me catch my breath before I begin anything new.
(a) nefesini tutmak, (heyecan, korku vb.'den) soluğu kesilmek.
The news was so unexpected I caught
my breath from shock. (b) soluk almak, nefesini toplamak, dinlenmek.
Let me sit down for a moment while I catch my breath.
derin nefes Noun
soluğunu tutmak Verb
soluk almak, nefesini toplamak.
boşuna nefes tüketmemek/çene yormamak, fuzuli tartışmadan kaçınmak.
Save your breath! Boşuna çene yorma!
nefes nefese Adjective, Medicine
nefesini harcamak Verb
(hayretten/heyecandan) donakalmak, nefesi kesilmek, dili tutulmak, heyecan/hayret uyandırmak, (insanın)
nefesini kesmek.
The sheer beauty of the sea took away my breath: Sırf denizin güzelliği karşısında heyecandan donakaldım.
(hayretten/heyecandan) donakalmak, nefesi kesilmek, dili tutulmak, heyecan/hayret uyandırmak, (insanın)
nefesini kesmek.
The sheer beauty of the sea took away my breath: Sırf denizin güzelliği karşısında heyecandan donakaldım.
şaşkınlıktan
fısıldayarak
alçak sesle
boşuna nefes tüketmek.
dağ sümbülü Noun, Botany
arap sümbülü Noun, Botany
kötü kokan soluk
soluklanmak Verb
rahat etmek Verb
dinlenmek Verb
soluk almak Verb
soluklanmak Verb
rahatlamak Verb
nefes almak Verb
nefesi kesilmek, nefes nefese olmak.
I came out of the water and gasped for breath.
soluğunu tutmak Verb
nefesini tutmak Verb
bir solukta, birdenbire, ânide, hemen, akabinde, hemen ardından, hem … hem de.
She lost her temper
and apologized in the same breath: Hem öfkelendi hem de özür diledi (Öfkelenmesi ile özür dilemesi bir oldu).
soluk soluğa, nefes nefese, soluğu/nefesi kesilmiş bir halde.
After climbing to the top of the tower,
we were so out of breath that we had to sit down.
soluk almak için durma
nefes darlığı Noun, Medicine
nefes/soluk almak, dinlenmek.
boşa dil dökmek Verb
boşuna uğraşmak Verb
boşa konuşmak Verb
nefesi kesilerek, soluğunu tutarak, heyecanla.
He waited for the news with bated breath.
alkolmetre Noun
çekmek Verb
alkol testi
kıl payı elde edilen çoğunluk
vb ötürü soluğu kesilmek Verb
konuşamaz hale gelmek Verb
birinin nefesini kesmek Verb