cool

serin.
Warm days and cool nights.
It is cool: Hava serinledi.
It's getting/turning cooler:
Hava serinliyor.
Keep in a cool place: Serin bir yerde saklayınız.
I feel quite cool now: Üşümeye başladım.
oldukça soğuk.
A cool wind blew off the sea.
serin tutan (elbise).
a cool suit. As it was a hot day, she wore a cool dress.
soğukkanlı, temkinli, metin.
keep cool! sakin/metin olunuz, soğukkanlılığınızı koruyunuz.
be
as cool as a cucumber: son derece soğukanlı olmak.
She looked as cool as a cucumber: Gayet soğuk(kanlı) gözüküyordu.
hissiz, duygusuz, ilgisiz, soğuk, önem vermeyen, umursamayan.
Ali seemed very cool towards me today,
I wonder if I've offended him: Ali bugün bana karşı soğuk davranıyor, acaba onu gücendirdim mi?
The President was given a cool welcome when he visited London.
abartmasız, mübalâğasız, sağlam.
a cool million dollars. This businessman earns a cool $10,000 a month.
(renk) yeşile/maviye kaçan, yeşil/mavi tonların hâkim olduğu.
mükemmel, iyi, âlâ, harikulâde, fevkalâde.
a real cool comic. You look real(ly) cool in that new dress.
(bkz: coolly. Play it cool ): Sakin olunuz!
serinlik.
The cool of the evening: Akşam serinliği.
soğukkanlılık, vekar, temkin.
Don't lose your cool: Soğukkanlılığını kaybetme.
keep one's cool:
soğukkanlılığını/vekarını muhafaza etmek, sakin olmak, sinirlenmemek.
Keep your cool: Sinirlenme(yiniz)/sakin ol(unuz).
ilgisizlik, duygusuzluk, hissizlik.
serinle(t)mek, soğu(t)mak.
Open the window to cool the room. Let your tea to cool a little before you drink it.

English-Turkish translations from the Atalay Dictionary, First Edition

Indirim kodları, kupon ve kampanyalar için Jarrt

English Turkish Phrases

blow one's cool

itidalini/soğukkanlılığını kaybetmek, birdenbire parlamak.

blow/loose one's cool

soğukkanlılığını kaybetmek, tepesi atmak, zıvanadan çıkmak, sinirlenmek.
He blew his cool: Tepesi attı.

cool one's heels

bekle(til)mek, beklemeye mecbur olmak, işsiz güçsüz/sabırsızlanarak beklemek.

cool one's heels

(veya
Brit.:
kick one's heels): (a)
k.d. (beyhude/kasten) bekletilmek, (beklemekten)

ayaklarına kara su inmek.
I had to cool my heels for half an hour until he would see me: Onunla görüşebilmek için yarım saat bekledim. (b)
argo (ağaç) kök salmak, köklenmek.

keep one's cool

soğukkanlılığını korumak Verb

keep one's cool

tetiğini bozmak Verb

lose one's cool

soğukkanlılığını kaybetmek Verb

(relations) cool

mayhoş

get cool

serinlemek Verb

keep cool

soğukkanlılığını korumak, heyecanlanmamak. Verb

play it cool

sakin olmak, itidalini kaybetmemek, soğukkanlılığını korumak, temkinli davranmak.

water- cool

su ile soğutmak Verb

cool as a cucumber

fevkalâde soğukkanlı, kendine hâkim.

pişkin müşteri

kurnaz

kurnaz müşteri

kendine güvenen ve egemen kişi

cool down

(a) soğumak, (b) sakinleşmek, yatışmak, sükûnet bulmak.
Let the situation cool down: Durumun yatışmasını

bekle.
She didn't cool down for hours after that argument. (c) teskin etmek, yatıştırmak.
I tried to cool her down but she was still very angry when she left.

cool down someone

birini serinletmek Verb

cool down the economy

ekonomiyi soğutmak Verb, Economics

Cool Hand Luke

Parmaklıklar Arkasında Proper Name, Cinema

cool it

sükûnet bulmak, sakin olmak, öfkesi geçmek, yatışmak.

cool note (in relations

mayhoşluk

cool off

makul olmak, sükûnet bulmak, sinirleri yatışmak, sakinleşmek, soğumak.
cool-off period: bekleme süresi, intizar devresi.