edge

  1. Noun, Geometry kenar
  2. kenar, sınır, hudut, kıyı.
    Grass grew along the edges of the road.
    The edge of a precipice:
    uçurumun kenarı.
    The water's edge: Su kıyısı.
    The trees at the edge of the road.
    to be on the edge of disaster: felaketin eşiğinde olmak.
    straight edge: cetvel.
  3. ayrıt, arakesit.
    A cube has 12 edges.
  4. (bıçak/kılıç vb.) ağız, keskin kenar.
    a blade with a sharp edge.
  5. keskinlik.
    The knife has lost its edge: Bıçak körleşti.
  6. (lisan/tartışma/ses/iştah/arzu vb.) şiddet, sertlik, keskinlik.
    give the edge of one's tongue

    argo sert konuşmak, acı söz söylemek, paylamak, azarlamak.
    give an edge to: (a) bilemek, (b) açmak, (c)
    k.d. üstünlük/avantaj tanımak.
  7. tepe, uçurum, dik yamaç, sırt.
  8. üstünlük, üstün durum, avantaj.
    He gained edge on his opponent.
  9. keskinletmek, bilemek.
    edged: keskin, bilenmiş.
    We need an edged tool to cut with.
  10. kenar geçirmek, kenar çekmek.
    to edge a skirt with lace.
  11. yavaş yavaş yana doğru ilerle(t)mek.
    to edge through the crowd. We edged the large cupboard through the door.
  12. yanaş(tır)mak, yaklaş(tır)mak, yavaş yavaş sokulmak.
    The car edged up the curb. He edged his chair nearer the fire.
kalabalığı yararak ilerlemek Verb
sinirli olmak Verb
kamaştırmak Verb
(biri üzerinde) nahoş tesir bırakmak, kalbini kırmak, incitmek, sinirlendirmek, iğrendirmek.
kamaşmak Verb
soğurma kenarı Noun, Physics
basen sınırı, basen kenarı Noun, Construction
çok sinirli olmak Verb
rekabet üstünlüğü Noun, Management
rekabet avantajı Noun, Management
(a) etkin öğe: müessir unsur/eleman, (b) öncü, en önemli/etkili/ileri mevki, yönetici/yön verici durum.
deckle = deckel ile ayni anlama gelir. elle yapılan kâğıdın tırtıklı kenarı.
sinirlendirmek Verb
birine avantaj tanımak Verb
nüans
ince fark
bilinmezlik durumu
büyük tehlike
terazi kolu
bıçak ağzı
özellikle teknolojide en ileri ya da gelişmiş olma durumu
ön kenar
bıçak sırtında
tedirgin
(a) sinirli, sinirleri gergin, aksi, endişeli, (b) alıngan, hassas, (c) sabırsız.
mek üzere olmak Verb
tehlikeli bir durumda, râmak kalmış, (tehlike vb.'nin) eşiğinde/kenarında.
…in tüylerini diken diken etmek Verb
(uçurum vb.) kenar. Noun
sınır, hudut, eşik, had, kenar, uç. Noun
ustura ağzı.
on a razor-edge: müşkül durumda.
zor durum
keskin bıçak ağzı
(a) heyecanlandırmak, kızdırmak, telâşlandırmak, (b) sabırsızlandırmak, merakta bırakmak.
(a) (diş) kamaştırmak, (b) sinirlendirmek.
birini sinirlendirmek Verb
sinirlendirmek Verb
diş kamaştırmak Verb
birini sinirlendirmek Verb
mastar
üst kenar
(pervane vb.) art kenar. Noun
su yun kenarı
suyun kenarı (ulusal dış politika uğruna siyasi partilerin politika yapmamaları Noun
bir sözcük sokmak Verb
ağzını açıp bir söz söylemek Verb
yavaş yavaş sıyrılmak Verb
yavaş yavaş öne çıkmak Verb
yavaş yavaş öne geçmek Verb
sıvışmak, görünmeden uzaklaşmak.
yavaş yavaş yaklaşmak Verb
yavaşça yaklaşmak Verb
yavaş yavaş kötüleşmek Verb
yavaş yavaş kötüye gitmek Verb
yavaş yavaş bozulmak Verb
yavaş yavaş kötülemek Verb
yavaş yavaş ilerlemek.
köşe koruyucu Noun, Child Care
sokulmak, yanaşmak.
faiz oranlarını yavaş yavaş indirmek Verb
piyasada yavaş yavaş yer edinmek Verb
orman kenarı
(a) kıl payı ile/çok az farkla yenmek.
G.S. edged out F.B. in the playoffs. (b) kenara itmek,
(c)
edge out of a room: odadan sıvışıp çıkmak, görünmeden/sezdirmeden çıkmak.
birini burun farkıyla geçmek Verb
birini az farkla geçmek Verb
birini devre dışı bırakmak Verb
birinin sektörden ayrılmasına neden olmak Verb
birini çekilmek zorunda bırakmak Verb
birini rekabetin dışına atmak Verb
birinin işten ayrılmasına neden olmak Verb
birini az farkla yenmek Verb
birini işten atmak Verb
karayoluna paralel ilerlemek Verb
keski, kesecek alet, keskin ağızlı alet. Noun
korumacılığa yönelmek Verb
yavaş yavaş iyiye gitmek Verb
yavaş yavaş düzelmek Verb
yavaş yavaş iyileşmek Verb
yavaşça birisine sokulmak/yanaşmak.
birşeye doğru yavaş yavaş ilerlemek Verb
...'in en ön saflarında Adverb
...'in zirvesinde Adverb
öteki adaylara oranla çok üstün
kenarı tırtıllı kâğıt
(US) sarhoş olmak Verb
-den üstün/daha iyi olmak.
He has the edge on the other students.
birinin sözlerini boğazına tıkamak Verb
birinin sözlerini boğazına tıkmak Verb
ağız açtırmamak
kılı kırk yarmadan
ateşle oynamak Verb
bilemek, keskinleştirmek.
Not putting too fine an edge upon it: kılı kırk yarmadan.
birini uçurumdan kurtarmak Verb
ilişmek Verb
körletmek, keskinliğini gidermek, hafifletmek, şiddetini/zevkini azaltmak, iştahını kapamak, (açlık vb.) gidermek.