front

Noun paravan
Noun cephe
Military cephe
Noun ön, cephe, ön taraf, ön yüz.
the front of a dress. the front of the house.
come to the front:
öne gelmek.
go to the front: öne/cepheye gitmek.
Noun baş, en ileri/yüksek/başta gelen yer/mevki.
to be at the front of: en önde/başta gelmek, ileride
olmak.
We are at the front of scientific research.
Noun kenar, kıyı, yol/kıyı boyunca uzanan arazi şeridi, arsanın yola/kıyıya bitişik kenarı.
the sea/lake
front: deniz/göl kenarı.
a house on the front: deniz/göl/nehir kıyısında bir ev.
Noun ortak cephe, birleşik hareket grubu, aynı amaç uğrunda birleşen kişiler topluluğu.
the labor front: işçiler cephesi/grubu.
Noun (fahrî) başkan.
Noun gizli cephe, gizli maksatları örtmekte kullanılan görünüşte saygıdeğer kişi/grup/kurum.
Noun (a) tavır, tutum, davranış.
present a bold front: cesaret göstermek.
put a bold front on it:
cesur görünmek, cesaret taslamak. (b)
mec. yüzsüzlük, arsızlık, küstahlık, cür'et.
have the front to do something: bir şey yapmaya cür'et etmek, küstahlıkta bulunmak.
Noun gösteriş, kibir, kendini beğenmişlik, kendine fazla önem verme, kendini yüksek görme.
Noun göğüslük, kolalı gömlek göğüslüğü, takılıp çıkarılabilen kolalı göğüslük/önlük.
Noun, Theatre seyircilerin oturduğu kısım.
Noun (otel) sıra kendisinde olan uşak.
Noun, Meteorology (soğuk/sıcak) cephe: soğuk ve sıcak hava kütlelerinin birleşme yüzeyi.
The weather report says there
is a cold front approaching from the north.
Noun, Phonetics ön.
front vowel : damaksıl, ön ünlü.
Noun (plajda) tahta-gezi: tahtadan yapılmış gezi yeri.
Noun mevsim/ay başlangıcı.
Noun alan, saha, faaliyet alanı.
progress on the educational front: eğitim alanındaki ilerleme.
Noun alın, yüz.
Noun (a) ülkenin hudut boyundaki meskûn ve medenî kısmı, (b) Kuzey Buz Denizi kıyılarında ilkbaharda ayıbalığı avlama bölgesi.
Adjective ön+, cephe+, karşı+, öne/ön tarafa ait.
front tooth: ön diş.
front garden: ön bahçe.
front
room: ön oda.
front bench
Brit. (Parlamentoda) ön sıralar, parti liderleri.
front line
ask. cephe.
Adjective önden, cepheden, karşıdan.
front view: önden/karşıdan görünüş.
Adjective ilk, baş, ön.
the front page.
front matter
basım kitabın baş sayfaları, asıl metinden önceki sayfalar.
Adjective, Phonetics ön: dil öne uzatılarak telâffuz edilen.
front vowels.
Adjective gizleyici, gizlemeye/örtmeye/gizli tutmaya yarayan.
Certain rich men who wish to remain unknown are
using a front organization to hide their trade in forbidden goods.
Adjective ilk 9 kuyu.
He did the front 9 in 34 strokes.
Verb yönelmek, yüzünü (bir tarafa) dön(dür)mek, teveccüh etmek, bakmak, dönük/müteveccih olmak.
The house
fronts east. The hotel fronts on the main road.
Verb cephe teşkil etmek, cephesine/önüne yerleştirmek, önünü/cephesini kaplamak/örmek.
The house is fronted
with brick: Evin cephesi tuğla örülüdür.
Verb yüzyüze gelmek, karşılaşmak.
Verb karşı gelmek, karşısına çıkmak, önünü kesmek, meydan okumak.
to front the enemy bravely.
Verb (yasa dışı bir eylemi) gizlemek, örtmek, yasa dışı bir eylem için birleşmek.
Some claimed that the
docker's union fronted for the smuggling ring.
Exclamation öndeki! sıradaki! (otelde hizmet sırası olan uşağı göreve çağırmak için söylenir).
Exclamation, Military öne! karşıya! (bak, gel vb.).

English-Turkish translations from the Atalay Dictionary, First Edition

Indirim kodları, kupon ve kampanyalar için Jarrt

English Turkish Phrases

jostle one's way to the front

itip kakarak öne geçmek Verb

a house on the front

deniz kenarında bir ev

along the front

deniz kenarında

at the front

cephede

back to front

ters, arkadan öne (doğru).

be at the front

cephede olmak Verb

block front

bir sokakta blok halindeki evlerin ön cephesi. Noun

bow front

swell front

bow front

(mobilyada) bombelik, kabarıklık, ön cephenin çıkıntılı oluşu. Noun

bring to front

öne getirmek Verb, Information Technology

brownstone front

brownstone ile ayni anlama gelir. kahverengi kumtaşı ile kaplanmış bina cephesi.

change front

(a)
ask. cephe değiştirmek, taarruz yönünü değiştirmek, (b) tutumunu/inanışlarını/ilkelerini değiştirmek.

cold front

soğuk cephe, soğuk hava kütlesi. Noun

economic front

ekonomik cephe

execute a change of front

cephe değiştirmek Verb

sahte cephe

gösteriş

yaldız

(elbisede) ön yırtmaç. Noun

form a united front

birleşik bir cephe oluşturmak Verb

bodoslamadan

öne düşmek Verb

ileriye geçmek Verb

cepheye gitmek Verb

cüretli ve küstah olmak Verb

home front

(savaşta) cephe gerisi, sivil sektör. Noun

hurry soldiers to the front

cepheye asker göndermek Verb

hurry soldiers to the front

cepheye acele asker göndermek Verb

hurry soldiers to the front

sınıra acele asker göndermek Verb

in front

(a) önde, ileride.
The driver sits in front and the passengers sit behind. (b) ön(ün)den, ön tarafından.

This dress fastens in front.

in the front

in front.

manpower front

işgücü birliği

move troops to the front

kıtaları cepheye sevk etmek Verb

occluded front

karışık cephe, kapalı cephe: sıcak ve soğük hava cephelerinin karşılaşmasından oluşan cephe.

out front

(a) (tiyatroda) seyirciler arasında.
My family are out front this evening, so I shall hope to give

a good performance. (b) giriş kapısı önünde, (c) yarışmacıların önünde.

out in front

önünde, ileride.
way out in front: tâ ileride, en önde.

oxbow front

(mobilyada) bombeli ön yüz.

passage of a front

sınırın geçilmesi

people's front

halk cephesi

polar front

kutupsal kuşak, geçiş kuşağı, kutup bölgesindeki soğuk havayı ılıman bölgeden ayıran hava kütlesi.

popular front

halk cephesi

popular front

faşizm ve gericiliğe karşı gelen ve gösterilerde bulunan solcu koalisyonu

price front

fiyat cephesi

pull back the front

cepheyi geri almak Verb

recall troops from the front

kıtaları cepheden çekmek Verb

report from the front

cepheden haberler

roll up the front

cepheyi yandan toplamak Verb

rush troops to the front

cepheye acele asker göndermek Verb

sahil

deniz cephesi

kıyı

ikinci cephe

(askerlik) ikinci cephe

service at the front

cephede hizmet

shop front

vitrin

show a bold front

(borsa) tutumunu değiştirmek Verb

squall front

fırtına cephesi

swell front

(mobilyada) bombelik, kabarıklık, ön cephenin çıkıntılı oluşu. Noun

ileri Adverb

yarılmamış cephe

birleşik cephe.

en önde, ön sırada/tarafta.
players who play up front: en önde oynayan oyuncular.

warm front

sıcak hava kitlesi. Noun

water front

yalı

front airbag

ön hava yastığı Noun, Transport

front attack

cepheden saldırma

front axle

ön dingil Noun, Transport

front axle

ön aks Noun, Transport

front bench

(Br) parlamentoda bakanlara ya da sabık bakanlara ayrılan yer

front bench

Avam Kamarası'nda (eski) bakanlara ayrılan ön sıra

front bencher

(Br) ileri gelen parti politikacısı

front brakes

ön fren Noun, Transport

front building

ön bina

front bumper

ön tampon Noun, Transport

front burner

öncelikli/en önemli konu.
on the front burner: çok önemli, öncelikli.
Welfare reform is on the front burner . Noun

front carriage

ön vagon

front company

gerçek sahipliği ya da sahiplerinin gerçek faaliyetini gizlemek için kurulmuş şirket

front company

paravan şirket

front court

basketbol takımının ön savunma alanı, takımda ön ve merkez oyuncu yeri. Noun

front cover

ön kapak

front desk

postanın dağıtıldığı bölüm

front desk

oda anahtarlarının bulundurulduğu

front desk

otele gelen müşterilerin lobide kayıt işlemlerinin yapıldığı

front desk

(US) bonmarşe

front desk

büyük mağaza

front dive

ön-dalış: yüzü suya dönük olarak dalış. Noun

front door

ön kapı Noun, Transport

front door

para piyasasına nakit aktarmak amacıyla İngiltere Merkez Bankas'nın iskonto kuruluşlarına borç vermesiyle ilgili popüler terim

front door

(US) bir araba kafilesinin en önündeki araç

front drive

önden çekişli

front end

ön uç Information Technology

front end fee

yönetim komisyonu

front end fee

yüksek komisyon ücreti

front end load

bir işlemle ilgili çıkarları başlangıç aşamasında dağıtmak Verb

front entrance

ön giriş

front fog lamp

ön sis lambası Noun, Transport

front foot

bir kademlik (30.5 cm) cephe uzunluğu: arsalarda cephe uzunluk birimi. Noun

front glass

ön cam

front grille

ön ızgara Noun, Transport

front guard

ön koruma çerçevesi Noun, Transport

sınır muhafızı

ön cephe

cephe

önder, öncü, önde/başta gelen kimse, temsilci. Noun

front man

(sirk vb.) çığırtkan. Noun

front money

öndelik, peşin ödenen para, avans. Noun

front news

önemli haberler Noun

front of a building

bir binanın cephesi

front of a building (house)

ön tarafı

front of a building (house)

bir binanın (evin) ön cephesi

front of book

bir dergide yazılardan önceki bölüm

front of the house

lokanta ve öteki tesislerin ön yüzü

front of the house

normal koşullarda müşterilerinin doğrudan karşılaştığı otel

front of the house

motel

front of the neck

gerdan

front office

genel merkez: bir kurumun en büyük yöneticisinin bulunduğu bina/daire. Noun

front office manager

bir otel ya da motelde kayıt işlemleri Noun

front office manager

oda rezervasyonları Noun

front on

kıyısında/kenarında/nazır olmak.
a ten-acre plot fronting on a lake: Göl kıyısında 40,470 m²'lik arazi.

front overhang angle

ön çıkıntı açısı Noun, Transport

ön sayfa

birinci sayfa

ünlü şahsiyet

ileri Noun

ön

front passenger air bag

ön yolcu hava yastığı Noun, Transport

front plate

alınlık

front position lamp

ön konum lambası Noun, Transport

front quarter vent handle

kelebekcamı

front rank

en üstün durumda/en ön safta olan kimse.
front-rank: en üstün, ön safta, başta, birinci. Noun

front rank politician

birinci sınıf politikacı

front rant

ilk sıra

front road

(US) çevreyoluna paralel uzanan yol

front room

ön oda, sokağa bakan/ön cephedeki oda, misafir odası. Noun

front row seat

ön sıra da yer

front row seat

ön sırada yer

front runner

önde koşan, baş koşucu. Noun, Sports

front runner

(herhangi bir yarışmada) birinci, başta gelen yarışmacı. Noun

front seat

ön koltuk Transport

front sight

(tüfekte) arpacık. Noun

front sman

medeniyet sınırı üzerinde yaşayan kimse

front spring anchorage

ön yay bağlantısı Noun, Transport

front to front

yüzyüze, karşı karşıya.

front town

(US) sınır şehri

front town

(US) sınırdaki ilk şehir

front view

cepheden görünüş

front wheel drive

önden çekişli

front wheel drive (FWD)

önden çekişli Adjective, Transport

front wheel drive car

önden çekişli araba

front yard

(US) ön bahçe

front yard

ön bahçe

frontier front

sınır müstahkem mevkii

(animal) front legs

ön bacaklar Noun

(gun) front sight

arpacık

be in the front rank

ilk sırada olmak Verb

carry on the front page

baş sayfa yapmak Verb

come to the front again

yeniden söz konusu edilmek Verb

crush into the front seats

ön sıralara koşuşmak Verb

dangle in front of

aklını çelmeye çalışmak, vaatlerle kandırmaya uğraşmak. 7.
keep someone dangling
k.d.:

bir kimseyi şüphe ve tereddüt içinde bırakmak/bekletmek, boşuna üzmek.
She likes to keep her lovers dangling. Don't keep me dangling, tell me if I passed the test.

go into the front lines

ön cephe hat tına gitmek Verb

go into the front lobs

ön cephe hattına gitmek Verb

hold the front page

baş sayfaya geçmek Verb

home front problem

iç politika sorunu

in front of

(a) önünde.
The car parked just in front of the house. (b) huzurunda, yanında, karşısında, … varken.

You shouldn't use such bad language in front of the children.

inside front cover