loose

  1. Adjective gevşek, bol, sıkıştırılmamış.
    a loose thread.
    a loose collar: bol yaka.
    loose-fitting
    clothes: bol/dökük elbise.
    a loose screw: sıkıştırılmamış vida.
  2. Adjective serbest, bağlı olmayan, boş.
    a loose end.
    let something loose: serbest bırakmak.
  3. Adjective, Chemistry serbest, bileşime girmemiş.
    loose hydrogen.
  4. Adjective dağınık, ayrı ayrı.
    to stack loose papers.
    to wear one's hair loose: dağınık saçla dolaşmak.
  5. Adjective dökme, paketlenmemiş.
    loose coffee: dökme çekirdek kahve.
    I bought this sweater loose:
    Bu sveteri paketlenmemiş olarak aldım.
  6. Adjective (a) başıboş, serbest, âvare.
    We leave the dog loose at night: Geceleri köpeği serbest bırakıyoruz.

    loose hours: âvare/boş saatler. (b) ayrılmamış, tahsis edilmemiş, emre âmade, el altında bulunan.
    loose funds.
  7. Adjective geveze, zevzek, sır saklamaz, boşboğaz, kontrolsuz.
    have a loose tongue: geveze olmak,
    k.d.
    ağzında bakla ıslanmamak.
    She has a loose tongue and will tell everybody.
  8. Adjective ishal olmuş, liynetli, mülâyim, kabız değil.
  9. Adjective hafifmeşrep, ahlâkça serbest, ahlâkî bağ tanımayan, ilkesiz, serbest tutumlu/davranışlı.
    loose morals.
    loose business practices. loose conduct.
  10. Adjective iffetsiz, namussuz, ahlâksız, herkesle düşüp kalkan, orta malı.
    a loose woman.
  11. Adjective lâçka, sallanan, sıkı bağlanmamış, bol.
    a loose tooth/button. a loose rein/knot. This pole is coming
    loose and will soon fall.
  12. Adjective oynak, gevşek.
    He runs with a loose, open stride.
  13. Adjective bol, sarkık, sımsıkı oturmayan.
    a loose sweater.
  14. Adjective seyrek, sıkışık olmayan.
    cloth with a loose weave: seyrek dokunmuş kumaş.
  15. Adjective geniş özgürlük/bağımsızlık tanıyan, sıkı bağları olmayan, gevşek.
    a loose federation of city states.
  16. Adjective (kum, toprak vb.) yumuşak, gevşek, katı ve sıkışık olmayan.
    loose sand/soil.
  17. Adjective (düşünce) serbest, hür, dağınık, kesin olmayan, sıkı kurallara uymayan.
    loose thinking.
    That
    word has many loose meanings: O sözcük (kesin olmayan) birçok anlamlara gelir.
    a loose translation from another language.
  18. Adjective geniş görüşlü, hoşgörür.
    a loose interpretation of the law.
  19. Adjective şüpheli, müphem.
  20. Adjective (öksürük) yumuşak.
  21. Adjective dikkatsiz, savruk, acemice.
    loose play lost them the match.
  22. Adverb gevşekçe, bolca, serbestçe.
    loose-fitting, loose-jointed.
  23. Verb gevşetmek.
    loose one's hold: sıkı tutmamak, gevşek bırakmak.
  24. Verb salıvermek, serbest bırakmak.
    loose hold of something: salıvermek.
    They loosed the dog on him.
    They loosed the prisoners.
  25. Verb çözmek, açmak.
    Wine loosed his tongue: Şarabı içince dili açıldı/gevezeliğe başladı.
  26. Verb (füze/silah) atmak, fırlatmak, ateşlemek, ateş etmek.
    to loose (off) missiles on the invaders. to
    loose off at a flock of ducks.
  27. Verb gevşemek, açılmak, çözülmek.
soğukkanlılığını kaybetmek, tepesi atmak, zıvanadan çıkmak, sinirlenmek.
He blew his cool: Tepesi attı.
şaşırmak, yolunu kaybetmek, ne yapacağını bilememek.
oynatmak Verb
(a) yerini/mevkiini kaybetmek, (b) tekrar milletvekili seçilmemek, (c) attan düşmek.
meteliksiz kalmak Verb
kızmak Verb
kurtulmak Verb
dökük
oynak
kıyamet koptu, ortalık birbirine karıştı.
hell let loose: cehennemden bir örnek.
kağşamak Verb
gevşetilmek Verb
boşanmak Verb
oynamak Verb
kaçmak, boşalmak, firar etmek, serbest kalmak.
One of the tigers in the zoo has broken loose (=escaped from its cage).
çözmek, ayırmak.
(a) (bağını/ipini vb.) kesmek/koparmak.
The thief hastily cut the boat loose from its anchor.
(b) (baskıdan vb.) kurtulmak, serbest kalmak.
The boy left home and cut loose from his parent's control. (c)
k.d. taşkınlık/sululuk yapmak.
(a) (bir durumdan/gruptan) ayrılmak, kurtulmak, serbest kalmak, ilişkiyi kesmek, (b) (tahakkümden/kontroldan
vb.) kaçmak, kurtulmak, sıyrılmak, yakayı sıyırmak, (c) işi ciddiye almak, sıkı davranmak.
After losing the first game, he really cut loose and won the second match easily. (d)
k.d. eğlenmek, cümbüş etmek, 5.
get loose: kurtulmak, serbest kalmak.
(a) riyakârca, ikiyüzlülükle, (b) sorumsuzca, düşüncesizce.
(a) riyakârca ikiyüzlülükle, (b) sorumsuzca, düşüncesizce.
çatır çatır sökmek Verb
laçkalaşmak Verb
gevşemek Verb
laçka olmak Verb
bollaşmak Verb
bollanmak Verb
istifini bozmamak.
bir tahtası eksik olmak, delirmek, aklını oynatmak.
There's a screw loose somewhere: Bir yerde bir bozukluk var.
bir tahtası noksan olmak, akıldan piyade olmak, aklı biraz noksan olmak.
karmaşa
(a) (birini/bir şeyi) salıvermek, serbest/başıboş bırakmak.
Children let loose from school. (b)

be let loose on: kolayca zarar vb. verecek durumda olmak, engel tanımamak, serbestçe (etki vb.) yapabilmek.
(a) kurtulmak, serbest kalmak, (b) kurtarmak, serbest bırakmak, salıvermek, çözüp koyvermek, (c) gevşemek,
çözülmek, sökülmek.
The guardrail let loose.
(a) (mahpus, sirk hayvanı vb.) açıkta, serbest, başıboş, kaçmış, ortalarda dolaşan, (b)
k.d. serbest, ahlâksız, iffetsiz.
(a) riyakârlık/ikiyüzlülük etmek, sözünde durmamak.
He played fast and loose with her affections:
Ona karşı sözünde durmadı (hisleriyle/sevgisiyle oynadı). (b) sorumsuzca/düşüncesizce davranmak, hiçe saymak.
salıvermek, başıboş/serbest bırakmak.
birini serbest bırakmak Verb
birini salıvermek Verb
birini özgür bırakmak Verb
salıvermek, çözmek, serbest/başıboş bırakmak.
(a) bağları koparmak, serbest kalmak, (b) çekip koparmak/ayırmak.
kanırmak kanırtmak Verb
salıvermek, serbest bırakmak.
kurtulmak Verb
gevşemek, laçka olmak.
serbest kalınan saatler
bir davayı gıyap kararı ile kaybetmek Verb
oyun vermek Verb
tutarlı yanı olmayan sav
boşta kalan top Noun, Football
kan kaybetmek Verb
(US) herhangi bir hizibe bağlı olmayan kişi
kullanılmayan sermaye
kullanılmadan duran sermaye
bozuk para
bozuk para
(elektrik) gevşek kontakt
yakalanmamış suçlu
kaçak mahpus
sarkan uç, bağlanmamış/kullanılmamış parça.
There's a loose end hanging from the hem. Noun
yarım kalmış/tamamlanmamış işler, henüz bir karara bağlanmamış ayrıntılar, çözülmemiş/halledilmemiş/izah
edilmemiş/müphem hususlar.
We've finished the main job, but there are still a few loose ends to tie up. There are too many loose ends in this case.
Noun
(a) noksanlık, bitmemiş/tamamlanmamış husus.
The committee's report was very good, but there are just
a few loose ends. (b) karışıklık, düzensizlik.
küçük düşmek, itibarını kaybetmek, mahcup/rezil olmak, yüzü kalmamak.
When he failed to beat his opponent,
he felt he had lost face with his friends, who all expected him to win.
birine güveni/itimadı kalmamak.
I've lost faith in him: Ona güvenim kalmadı.
yıkama mallar Noun
boş saat
ilave
tadı tuzu kalmamak Verb
föy volan sistemiyle tutulan hesap
föy volanlar Noun
tek tek kâğıtlar Noun
gevşek liste
unutkanlık
ufak para
bozuk para
bir şey üzerinden para kaybetmek Verb
kafası bir karış havada olmak Verb
laf kalabalığı içinde kaybolmak Verb
ambalajsız veya ambalajlı halde
bir işte kaybetmekden taraf olmak Verb
dağınık kâğıtlar Noun
kendi başına duran paragraflar Noun
avara kasnak
toplam satış
geniş tümce: bir/birkaç yan tümce uzatılmış tümce. periodic sentence Noun
yaprak kâğıt
tabaka
gümüş küçük para
uykusu kaçmak, bir şeye ziyadesile üzülmek.
kurumcuk: hububatta
Ustilago türü mantarların sebep olduğu, taneleri toz haline getiren bir hastalık. Noun
serbest lamba
takma çıta
serbest çeviri
sıhhatli olmayan çeviri
toptan satış yapılan depo
yelloz
belirsiz sözler Noun
belirsiz sözler Noun
Birdenbire kıyamet koptu.
işsiz, âvare, boş, yapacak işi olmayan.
geçici olarak boş

at a loose end): (a) işsiz güçsüz, âvâre.
Can I help you? I'm at a loose end this morning.
(b) kararsız, gayesiz, şaşkın, ne yapacağını bilmeyen.
(a) kararsız, mütereddit (durumda), henüz bir plânı olmayan.
He has finished university, but is still
at loose ends about what he wants to do. (b) işsiz, boşta, işsizlikten canı sıkılan, ne yapacağını bilmeyen.
her türlü kontrol dışına çıkmak Verb
her türlü kısıtlamadan kopmak Verb
kafadan çatlak olmak, aklından zoru olmak, bir çivisi gevşek olmak.
dilini tutamamak Verb
ciltsiz
(askerlik) dağınık düzen
sövüp saymak Verb
sorumsuz/saygısız davranmak, hiçe saymak, kıymet vermemek.
He played fast and loose with her affections.
kaygısızca hareket etmek Verb
biriyle kedi fare oyunu oynamak Verb
(a) dizgini bırakmak, atı dizginsiz sürmek, (b)
mec. (birisine) müsamaha göstermek, hoşgörmek,
hoşgörür/müsamahakâr davranmak.