stick

English-Turkish Translation

  1. dal, sap.
    gather sticks: kuru dal toplamak.
    not a stick was saved: bir çöp bile kurtulmadı.
  2. çubuk, değnek, baston, asa.
    get the stick: dayak yemek.
    get/hold the wrong end of the stick:
    yanlış/ters anlamak, ters mana vermek.
    walking stick: baston.
    stick of candy: çubuk şeker.
  3. ağaç, sırık.
  4. tahta parçası.
    without a stick of furniture: mobilya namına hiçbir şey yok.
  5. sopa, çomak, matrak.
    Any stick to beat a dog: Köpeği döv de ne ile döversen döv (Sevmediğin kişiyi
    küçük düşürmek için her şey caizdir).
    Beat someone all the sticks: Birisine temiz bir dayak çekmek.
  6. hokey sopası.
  7. Aviation manevra kolu.
  8. Maritime Traffic gemi direği.
  9. Printing tertip cetveli, kumpas.
  10. Military (birbiri arkasına bırakılan) bomba/paraşüt dizisi.
  11. esrar sigarası.
  12. içeceğe karıştırılan alkollü içki.
  13. aptal, budala, cansıkıcı kimse.
  14. bıçaklama, hançerleme.
  15. durma, duraklama, tevakkuf, sekte.
  16. engel, mania, geciktirici şey.
  17. yapışma, yapışkanlık.
  18. (bitkiyi, üzüm asmasını vb.) çubuklarla/sırıklarla tutturmak/desteklemek.
  19. Printing harfleri dizmek.
  20. Verb (bıçak/hançer vb.) sapla(n)mak.
    The arrow stuck in the tree.
  21. Verb bıçakla vb. öldürmek.
    to stick a pig.
  22. Verb (sivri bir şeyi) batırmak, sokmak.
  23. Verb çakmak.
    to stick a peg in a pegboard.
  24. Verb (çivi çakarak) asmak.
    to stick a painting on the wall.
  25. Verb kazığa vurmak.
  26. Verb iğnelemek, iğnelere dizerek saklamak.
    to stick butterflies.
  27. Verb (belirli bir yere) yerleştirmek, koymak.
    to stick the chair in the corner.
    stick down = stick
    it down anywhere: nereye olursa olsun, koyuver.
  28. Verb yapıştırmak.
    stick down an envelope: zarfı yapıştırmak.
    to stick a stamp on a letter: mektuba pul yapıştırmak.
  29. Verb yapışmak, yapışıp kalmak.
    A gummed label will stick to a package.
    Some of the money stuck to
    his fingers: Paranın bir kısmını iç etti (cebine attı/zimmetine geçirdi).
  30. Verb saplanmak, saplanıp (hareketsiz) kalmak.
    The car was stuck in the mud.
  31. Verb dayanmak, tahammül etmek.
    He couldn't stick the job more than three days.
  32. Verb şaşırtmak, hayrette bırakmak.
    The problem stuck him.
  33. Verb (birisinin üzerine) mes'uliyet yıkmak.
  34. Verb tutunmak, sımsıkı sarılmak.
    stick to one's post: mevkiine sımsıkı sarılmak, görevinden/işinden ayrılmamak.
  35. Verb ayrılmamak, saplanıp kalmak.
    a fact that sticks in the mind.
  36. Verb sebat etmek, direnmek, (fikrinden/kararından) dönmemek.
    Here I am and here I stick! Bu işte sonuna kadar sebat edeceğim!
  37. Verb bağlı/sadık kalmak.
    stick together: (a) birbirinden ayrılmamak, birbirine sadık kalmak, (b) iki şeyi birbirine yapıştırmak.
  38. Verb engellenmek, durdurulmak, hareket edememek, oyalanmak.
  39. Verb zorlukla karşılaşmak, apışıp kalmak.
  40. Verb
    stick at: şaşırmak, utanmak, mahcup olmak.
  41. Verb
    stick through/out,
    etc. çıkıntı yapmak, kabarık durmak, kabar(t)mak, fırlamak.
English-Turkish translations from the Atalay Dictionary, First Edition

English Turkish Phrases

cut one's stick
sıvışmak Verb
put/push/shove/stick one's oar in
(başkasının işine) burnunu sokmak, (istenilmeden) işe karışmak, yersiz müdahalede bulunmak.
He always
puts his oar in my business.
stick food in one's job
ziftlenmek Verb
stick in (one's) mind and disturb (one)
aklına takılmak Verb
stick in one's craw
hoşlanmamak, tahammül edememek, nefret etmek, tiksinmek, midesi(ni) bulan(dır)mak.
It stuck in my
craw: Ondan hoşlanmadım/tiksindim.
stick in one's craw/crop
kızdırmak, sinirine dokunmak, canını sıkmak.
His fathers' praise of his brother stuck in Ali's craw:
Babasının kardeşini övmesi Alinin sinirine dokundu.
stick in one's gizzard
kursağında kalmak, gücüne gitmek, ağır gelmek, hazmedememek.
It stuck in my gizzard: Hazmedemedim/gücüme
gitti/bana ağır geldi.
stick in one's throat
dili varmamak, bir türlü söyleyememek, söylenmesi güç olmak, boğazında düğümlenip kalmak.
The words
of sympathy stuck in her throat: Nasıl başsağlığı dileyeceğini bilemiyordu.
stick in one's throat (food , because of worry)
boğazından geçmemek Verb
stick in someone's mind
aklından çıkmamak Verb
stick in someone's mind
akılda kalmak Verb
stick in someone's mind
unutulmamak Verb
stick in someone's throat
dokunmak Verb
stick in someone's throat
söylemeye korkmak Verb
stick in someone's throat
boğazında düğümlenmek Verb
stick in someone's throat
söylemeye dili varmamak Verb
stick in someone's throat
söyleyememek Verb
stick in someone's throat
kabullenememek Verb
stick in someone's throat
ağırına gitmek Verb
stick one's neck out
kelleyi koltuğa almak, büyük bir tehlikeye atılmak.
A politician supporting an unpopular law is sticking
his neck out: he may loose the next election.
stick one's neck out
tehlikeyi göze almak, kelleyi koltuğa almak, tehlikeye göğüs germek.
stick one's stakes
mevkiini tutmak Verb
stick one's text
metne bağlı kalmak, konudan ayrılmamak.
stick out in someone's mind
birinin dikkatini çekmek Verb
stick out in someone's mind
birine önemli gelmek Verb
stick to one's colours
kendi düşüncesinde direnmek Verb
stick to one's fingers
(para) deve yapmak Verb
stick to one's guns
direnmek, ayak diremek, zorluklardan yılmamak, sebat etmek, (iddiasından/davasından) vazgeçmemek.
stick to one's guns
direnmek, sebat etmek.
stick to one's knitting
kendi işine bağlı kalmak Verb
stick to one's last
çizmeden yukarı çıkmamak, kendi işiyle uğraşmak, bilmediği işe burnunu sokmamak.
stick to one's principles
prensiplerine bağlı kalmak Verb
stick to one's principles
prensip bilerine bağlı kalmak Verb
stick to one's ribs
doyurmak.
stick to one's statement
ifadesine bağlı kalmak Verb
stick to one's text
metnine bağlı kalmak Verb
stick to one's verdict
kararına bağlı kalmak Verb
stick to one's views
görüşleri üzerinde israr etmek Verb
stick to one's views
görüşleri üzerinde ısrar etmek Verb
stick to one's word
sözünü tutmak Verb
stick to someone's ribs
çok doyurucu olmak Verb
stick to someone's ribs
çok lezzetli olmak Verb
stick up for one's rights
haklarını yedirmemek Verb
stick up for one's rights
haklarını sonuna kadar savunmak Verb
(print) composing stick
kumpas
big stick
kuvvet, güç, zorbalık: sindirme ve sözünü geçirme aracı olarak kullanılan askerî kuvvet vb. Noun
bread stick
galeta
buff stick
güderi/deri kaplı çubuk: perdahlama/cilâlama/parlatma işlerinde kullanılır. Noun
cancer stick
sigara
composing stick
dizgi tablası, tertip gönyesi, kompas: basımevinde üzerine harflerin dizildiği ayarlanabilir madenî tabla. Noun
control stick
kontrol kolu.
crooked stick
baston
crooked stick
değnek
crooked stick
sopa
dead stick
durdurulmuş pervane
dynamite stick
dinamit lokumu Noun, Military
fish stick
balık dilimi: düzgün dikdörtgen dilimler halinde kesilip dondurulmuş balık eti. Noun
fish stick
hazır balık dilimi/porsiyonu: ekmek kırığına bulanıp pişirildikten sonra paketlenip satılan hazır balık yemeği. Noun
float stick
şamandıra çubuğu
gad stick
üvendire
gambrel stick
gambrel ile ayni anlama gelir. kasap çengeli: kasapların kesilmiş hayvanları ayağından astıkları çengel.
gauge stick
mastar
gold stick
kral maiyet memuru. Noun
gold stick
bu memurun görev simgesi olarak daşıdığı yaldızlı çubuk. Noun
hockey stick
hockey ile ayni anlama gelir. hokey sopası.
in a cleft stick
sıkıntıda
joss stick
Çin buhurdanı: Çinlilerin tapınakta yaktıkları çubuk şeklinde kurutulmuş buhur.
joy stick
(uçakta) manevra kolu. Noun
make something stick
birşeyin doğruluğunu kanıtlamak Verb
make something stick
birşeyin doğruluğunu ispatlamak Verb
make something stick
birşeyin doğruluğunu ispat etmek Verb
match stick
kibrit çöpü
measuring stick
metre
measuring stick
ölçü
non stick
yapışmaz
non stick
dibi tutmaz
odd stick
komik adam
orange stick
portakal çubuğu: manikürcülerin kullandığı portakal agacından yapılmış bir ucu yuvarlak, öbür ucu sivri çubuk. Noun
pogo stick
zıplama sırığı: kuvvetli yaylara bağlı bir çift ayak basacak yeri olan ve üzerine basarak zıplanan uzun sırık. Noun
red stick
kızıl-sopa, kızılderili reisi Tecumseh'in savaş simgesi olan kırmızıya boyalı değneği. Noun
red stick
kızılsopa taşıyan Kızılderili. Noun
red stick
ABD' ne düşman Kızılderili. Noun
shaving soap stick
traş sabunu
shooting stick
kabzalı baston, bir ucunda sivri demir bulunan, kabzası katlanabilen çubuk.
silver stick
(a) (İngilterede hükümdarın muhafız alayı komutanına verdiği) gümüş âsa, (b) bu âsayı taşımaya yetkili kimse.
swagger stick
=
Brit.
swagger cane: (bazen subayların taşıdığı) kısa sopa/çubuk.
swizzle stick
kokteyl karıştırıcı Noun
swizzle stick
kokteyl çubuğu Noun
tally stick
tally ile ayni anlama gelir. çetele, üzerine çentik açılarak hesap tutulan değnek.
tea- stick
marihuanalı sigara
thick stick
sopa
walking stick
(a) baston, değnek, (b)
zool. çöp-çekirge
(Diapheromera femorata).: çöp gibi ince bacaklı ve ince gövdeli bir böcek.
stick around
(o civardan) ayrılmamak, civarında dolaşmak/beklemek, peşinden ayrılmamak, oyalanmak.
stick at
(a) sakınmak, çekinmek.
I rather stick at doing that: Doğrusu bunu yapmaktan çekinirim.
A criminal
who would stick at nothing, even murder. (b) dört elle sarılmak, yılmamak, direnmek, ısrar etmek.
to stick at the job.
stick at nothing
her yola başvurmak Verb
stick at nothing
hiçbirşeyden çekinmemek Verb
stick at something
birşeye azimle devam etmek Verb
stick bills
afiş yapıştırmak Verb
stick bombing
zincirleme bomba atma
stick by
sadık/bağlı kalmak.
stick by a friend: bir dosta sadık kalmak.
stick to one's guns: sebat
etmek, direnmek, ayak diremek.
stick to one's word: sözünü tutmak, sözüne sadık kalmak.
stick by a promise
bir taahhüdü yerine getirmek Verb
stick by someone
birinin arkasında durmak Verb
stick by someone
birine sadık kalmak Verb
stick down an envelope
zarfı yapıştırmak Verb
stick down something
birşeyi yazmak Verb
stick figure
çizgi resim, çocukların yaptığı basit çizgilerden oluşan resim. Noun
stick figure
(romanda) silik şahsiyet, sathî olarak belirtilen karakter. Noun
stick in
sokmak Verb
stick in the mud
eski kafalı kimse
stick insect
sopa çekirgesi
(Dixipus morosus). Noun
stick into
batırmak Verb
stick it out
devam etmek Verb
stick man
çöp adam
stick no bills
afiş yapıştırmak yasaktır
stick on
üzerine yapış(tır)mak/yapışık kalmak.
stick it on
: argo (a) çok pahalıya satmak, (b) hesaba ilâveler yapmak.
stick on trifles
önemsiz şeyler üstünde durmak Verb
stick out
çıkıntı yapmak, çıkıntılı/kabarık durmak, kabar(t)mak.
stick it out: sonuna kadar dayanmak.
stick
out one's chest: göğsünü şişirmek.
stick out one's hand before stopping: (otomobilde) duracağını göstermek için elini uzatmak.
stick out for higher wages: ısrarla fazla ücret istemek.
stick out one's neck: tehlikeye atılmak, kelleyi koltuğa almak.
stick out to someone
birinin dikkatini çekmek Verb
stick sb
birinden ödünç para koparmak Verb
stick shift
el vitesi: vitesi el ile değiştirilen (oto). Noun
stick shoot
çubuk
stick to
sadık/bağlı kalmak.
stick by a friend: bir dosta sadık kalmak.
stick to one's guns: sebat
etmek, direnmek, ayak diremek.
stick to one's word: sözünü tutmak, sözüne sadık kalmak.
stick to ...
...'in arkasında durmak Verb
stick to a timetable
bir programa göre hareket etmek Verb
stick to an offer
bir teklife bağlı kalmak Verb
stick to doing something
birşeyi yapmaya devam etmek Verb
stick to rrps
fiyatlara bağlı kalmak Verb
stick to something
birşeyde diretmek Verb
stick to something
birşeye bağlı kalmak Verb
stick to something
birşeyi yerine getirmek Verb
stick to something
birşeyde ısrar etmek Verb
stick to the book
kurala uymak Verb
stick to the point
konuya odaklanmak Verb
stick to the point
konudan ayrılmamak Verb
stick to the road
yoldan çıkmamak Verb
stick to the road
yoldan sapmamak Verb
stick to the rules
kurallara uymak Verb
stick to the rules
kuralları harfiyen yerine getirmek Verb
stick to the story
aynı hikâyeyi anlatmak Verb
stick to the subject
konuya odaklanmak Verb
stick to the subject
meseleye odaklanmak Verb
stick together
birlik olmak Verb
stick together
bir arada olmak Verb
stick together
birbirine destek olmak Verb
stick together
ayrılmamak Verb
stick up
(a) (ilânı) duvara yapıştırmak, (b) dikmek, dik durmak.
His hair sticks straight up. (c)
argo
silah tehdidi ile soymak, yolunu kesmek.
stick up a bank
silahla bankayı soymak Verb
stick up a notice
ilan asmak Verb
stick up for sb
birinin tarafını tutmak Verb
stick with
devam etmek Verb
stick with someone
birinin yanından ayrılmamak Verb
stick with something
birşeyi devam ettirmek Verb
stick with something
birşeye bağlı kalmak Verb
stick your neck out
fikrini belirterek risk almak Verb
stick your neck out
fikrini söylemeye cesaret etmek Verb
(snow) to stick to
tutmak Verb
not to stick trifles
önemsiz şeyler üzerinde durmamak Verb
English-Turkish phrases from Zargan's own database

Turkish-English Phrases

cocktail stick
kokteyl karıştırıcı Noun
cocktail stick
kokteyl çubuğu Noun
Turkish-English phrases from Zargan's own database