gemilerini yakmak,
mec. sonuna kadar mücadeleye azmetmek, “ölmek var dönmek yok” ilkesine göre hareket etmek.
bütün köprüleri yakmak, ric'at yolunu kesmek, geriye dönüş olanağını yoketmek.
başını derde/belaya sokmak.
Don't burn your fingers over this.
(başkasının işine karışarak) başına dert açmak, belayı satın almak.
burn one's fingers (over sth):
(bir şeyden) ağzı yanmak.
işi için yanıp tutuşmak
Verb
birinci derece yanık
Noun, Medicine
birinci derecede yanık
Noun, Medicine
dördüncü derece yanık
Noun, Medicine
dördüncü derecede yanık
Noun, Medicine
ikinci derece yanık
Noun, Medicine
ikinci derecede yanık
Noun, Medicine
üçüncü derecede yanık
Noun, Medicine
üçüncü derece yanık
Noun, Medicine
hafif yanık: yanan yüzeyde kızartı, ateş ve ağrı ile beliren fakat kabarma ve kömürleşme göstermeyen yanık.
Noun
alaz yanığı: çok kısa süre yüksek enerjiye (ışımetkin erkeye vb.) veya sıcaklığa maruz kalmaktan ilerigelen yanık.
Noun
çok parası olmak.
He has money to burn: Denizde kum, onda para.
gittikçe artan öfke.
do a slow burn: gittkçe öfkesi artmak.
yanıp tükenmek, yakıp tüketmek/yok etmek.
The pile of paper burnt away to nothing.
(US) yakılarak resmen yok edilecek gizli belgelerin konduğu çanta
yanıp kül olmak, yanıp tükenmek (şehri vb.) yakmak, yakıp yıkmak.
The building was burnt down and only ashes were left.
resmin bir kısmına fazla ışık gönderip yakmak.
(a) dağlamak, dağlayarak damga basmak.
The owner's mark was burnt into the animal's skin. (b)
unutulmayaca şekilde hafızaya nakşetmek.
Habit of obedience was burnt into me as a child.
heyecanlı heyecanlı anlatmak
Verb
(a) (sis) güneşte dağılmak, (b) yanıp tükenmek, (c) (çiftçilikte) tarladaki anızı/otları yakıp temizlemek.
The farmers are burning off the fields.
kurşunu kurşuna lehimlemek.
aşırı/ifrat derecede çalışıp hırpalanmak.
They feared that he would burn himself out or break down.
(a) yanmak, işlemez hale gelmek.
All our light bulbs are burned out. (b) yangın sebebiyle evsiz/açıkta
kalmak.
They were burned out and were forced to live with relatives. (c) sonuna kadar yanıp bitmek/sönmek.
The small fire can be left to burn (itself) out.
ticari faaliyetinden nakit gelmeye başlamadan önce sabit masraflarını karşılamak için yeni bir şirketin
ilk sermayesini tüketme hızı
(a) çok çalışmak, sabah karanlığından gece yarılarına kadar uğraşmak/didinmek, (b) gece gündüz eğlenmek,
kendini yıpratmak, enerjisini (çalışarak/eğlenerek) tüketmek.
Young people like to enjoy life, and they often burn the candle at both ends.
geç vakite kadar çalışmak
Verb
gece yarısına/geç vakitlere kadar çalışmak.
I'll have to burn the midnight oil again tonight in order to finish my project.
His essay smells the midnight oil: Yazdığı makale üzerinde çok emek sarfetmişe benziyor.
gece yarısına kadar çalışmak, göz nuru dökmek.
(a) yanıp kül olmak.
The papers burned up in a minute. (b)
argo çok öfkelen(dir)mek, öfkeden
kudur(t)mak.
He was getting burned up about something. (c) (ateş) canlanmak, tutuşmak.
Put some more wood on the fire to make it burn up. (d) çok hızlı gitmek.
to burn up (the road): tozu dumana katmak. (e) aşırı ısınmaktan harap olmak/yanmak.
The rocket burned up when it re-entered the earth's atmosphere.