vızıltı, zırıltı, gürültü.
I heard a buzz right now. I heard the buzz of their voices all night.
söylenti, şayia, haber.
telefon (zili).
to give a buzz: telefon etmek.
When I find out, I'll give you a buzz: Öğrenince sana telefon ederim.
vızılda(t)mak.
The bees are buzzing in the garden.
fısıldamak.
homurdanmak, (toplu olarak) uğultulu ses çıkarmak.
Everyone is buzzing about the scandal.
koşuşmak, telâşla gidip gelmek.

buzz off/along
Brit.- argo çekilip gitmek, defolmak, arabasını çekmek.
buzz off! Defol! Çek arabanı!
(gizlice) dedikodu yapmak/yaymak, şayia çıkarmak.
zil çalarak çağırmak, zile basmak.
He buzzed his secretary.
telefon etmek.
(uçak) çok alçaktan uçmak. Havacılık
meşgulmüş gibi ortalıkta dolaşmak Fiil
robot bomba: İkinci Dünya Savaşında Almanların İngiltereye karşı kullandıkları yerden atılan ve kendi kendine hedefi bulan bomba.
robot bomba, roketle hareket eden, jiroskopla yönetilen kanatlı bomba (genellikle yerden atılır).
belli bir konuda tartışmayı
fikir alışverişinde bulunmayı amaçlayan küçük topluluk
defol
(küçük dairesel) elektrikli testere. İsim
uzmanlık konusuna giren ya da teknik anlamı olan bir sözcük
iş dünyasında
büyük çaptaki eğilimleri ve gündelik konuları tanımlayan terim
bana telefon et