yenilgi, mahvolma, suya düşme, akamete uğrama.
bring about one's ears: mahvetmek, suya düşürmek, akamete uğratmak.
maaş zammı almak için işverene yaklaşmak
Fiil
yediği içtiğinde çok titiz olmak
Fiil
başarılarıyla fazla övünmemek
Fiil
giyim kuşamına titizlik göstermek
Fiil
giyiminde fazla titiz davranmak
Fiil
geleceğini umursamamak
Fiil
sağlığı hususunda endişeli olmak
Fiil
giyiminde çok titiz olmak
Fiil
belayı satın almak, başına bela açmak, uyuyan yılanı uyandırmak.
protestolara neden olmak
Fiil
birinin başına belalı bir iş açmak
Fiil
geleceğinden emin olmak
Fiil
odasını araştırıp karıştırmak
Fiil
parasını saçıp savurmak
Fiil
radyosuyla kendini eğlendirmek
Fiil
kimseye bir zararı dokunmadan işiyle gücüyle meşgul olmak
Fiil
işiyle gücüyle uğraşmak
Fiil
her zamanki işinıyapmak
Fiil
her zamanki işini yapmak
Fiil
bir iş hakkında tam bilgiye sahip olmak
Fiil
kâğıtlarını darmadağın bırakmak
Fiil
gereğinden fazla harcamak
Fiil
etkinliğini kullanmak
Fiil
/
around: ağırlığını koymak, nüfuzunu kullanarak istediğini yaptırmak.
takriben, sularında.
The sun set about six o'clock: Güneş saat 6 sularında batıyor.
You must do something about it: Bunun çaresini bulmalısınız.
There is something about him I don't like: Nedense bu adamdan hoşlanmıyorum.
There is something wrong about it: Bunun bir bozuk tarafı var/Bu işte bir bit yeniği var.
What are you about: Neler yapıyorsunuz/Ne işlerle meşgulsünüz?
dedikodu yapmak/yaymak, çekiştirmek, aleyhinde/saygısızca veya iftira ederek konuşmak, yalan/uydurma haber yaymak
(a) her tarafı aramak, arayıp taramak.
After beating about for several hours, he turned up the missing papers. (b)
den. rüzgâra karşı çevirmek, (gemi) yön değiştirmek.
hasıl etmek, sebep olmak, beraberinde getirmek, vukua getirmek, (gemiyi) çevirmek.
Land reform brought about a great change in the economy.
sağa sola itmek, sarsmak.
We were buffeted about during the rough train ride.
ayağına dolaşmak, işini zorlaştırmak, zorluk çıkarmak.
Stop buggering me about!
(a) tembelce zaman öldürmek, (b) sürtmek, sürtüklük yapmak, âvâre dolaşmak, keyif için seyahat etmek.
meşgulmüş gibi ortalıkta dolaşmak
Fiil
aramak, araştırmak, her yeri kolaçan etmek.
cast about for something: araştırmak, çare aramak,
düşünmek.
cast about for how to do/how to reply: ne yapacağını/nasıl cevap vereceğini düşünmek.
cast about for an excuse: bir mazeret aramak.
cast one's eyes about: etrafa göz gezdirmek.
değişip durmak, habire değişmek.
koşuşup durmak, sağa sola koşuşmak.
Stop chasing about (the house) and sit down!
saçmak, savurmak.
chuck one's weight about: kurumlanmak, çalım/azamet satmak.
(a) emin, güven(il)ir, kararlı, azimli.
She seems quite clear about her plans. (b) kani, inanmış,
kanaat getirmiş.
to be clear about something: bir şeye kesinlikle inanmak, kanaat getirmek.
(a) (vaki) olmak, vukubulmak.
The accident came about because you were driving recklessly. (b)
den. dönmek, yön değiştirmek, yol/rota değiştirmek, volta etmek.
The wind has come about to the north.
tartışmak, münakaşa/müzakere etmek.
They disputed for hours (about) where to go.
büsbütün/tamamıyla unutmak, olmamış/yok farzetmek.
I forgot all about it: Onu tamamıyla unuttum.
forget about it: Onu unut (yok/olmamış say).
He seemed willing to forget about the whole business: Bu işi olmamış saymaya istekli/mütemayil görünüyordu.
(a) dolaşmak, hareket etmek, gidip gelmek, seyahat etmek.
She gets about a lot, working for an international company.
(invalid) be able to get about: (hasta) yataktan kalkıp dolaşabilmek. (b) (haber, dedikodu vb.) yayılmak, şayi olmak, her tarafta duyulmak, (c) toplumsal faaliyetlerde bulunmak, herkesin yardımına koşuşmak.
(a)
den. tiramola etmek, (b) icra/ifa etmek, yapmak, yapmaya başlamak, üzerinde çalışmak, ele
almak.
go about a task. Go about one's business. How do yu go about building a boat? Don't go about the job that way. (c) dolaşmak, gezinmek (bir yerden bir yere/şuraya buraya) gitmek, (d) yön değiştirmek, geri dönmek, (e) … ile meşgul olmak.
(bir metni) tamamen değiştirmek, satır atmak.
My book has been hacked about terribly by the editor.
ne dersin(iz)/diyorsun(uz)? fikriniz nedir? ne buyurulur?
how about having lunch? Yemek yiyelim
mi, ne dersiniz?
how about natural gas, is it an alternative? Doğal gaz hakkında fikriniz nedir, bir seçenek olabilir mi?
how about you? Ya siz? (siz ne dersiniz?).
I like this best, how about you? Ben bunu beğendim, ya siz?
hemen hemen, nerde ise.
The work is just about done: İş hemen hemen bitmiş sayılır.
bir yerde olmuş olması gerekmek
Fiil
avare avare dolaşmak
Fiil
(a) etrafına/sağına soluna bakmak, dört yanını gözlemek/kollamak, civarı görmek.
We hardly had time to look about us before we had to continue our journey: Civarı görmeye pek fırsat bulamadan seyahatimize devam ettik. (b) (bir yeri/durumu) incelemek, gözden geçirmek. (c)
look about (for sth): aramak, araştırmak.
Are you still looking about for a job?
look about for someone: gözleriyle birisini araştırmak.
bir meseleyi uzatmak
Fiil
(a)
k.d. oyalanmak, amaçsız/gayesiz/plânsız iş görmek, boşuna uğraşmak.
I'm not of a sailor, but I like to mess about in my little boat on the river. (b)
argo vakit öldürmek, sinek avlamak, havyar kesmek, âvarelik etmek.
He spent all day Sunday just messing about. (c)
argo (bir kimse veya şey ile) ilgilenmek, (bir işe) karışmak/burnunu sokmak, bulaşmak.
messing other people's affairs. (d) sıkıfıkı olmak.
Don't mess around with admiral much. (e) flört/kur yapmak.
He caught him messing around with his wife. (f) oyalamak, atlatmak.
Don't mess me about; I want the money you promised me.
aylak aylak dolaşmak
Fiil
âvare/boş/gayesiz gezmek, sallanmak, sürtmek, salak salak dolaşmak.
He's not working, just mucking about.
oyalanmak, gönül eğlendirmek.
hırpalamak, örselemek, sağa sola sürüklemek.
itişmek, kakışmak, öteye beriye itip kakmak.
(a) canını sıkmak, üzmek, endişelendirmek, (b) başka yöne çevirmek.
koşuş(tur)mak, öteye beriye koşmak.
kısa mesafeler için kullanılan küçük otomobil
(a) araştırmak, incelemek, tahkik etmek, (b) gereğini yapmak, icabına bakmak, çaresini/yolunu bulmaya
çalışmak.
I'll see to it: ben bu işin icabına bakarım/gereğini yaparım.
This car must be seen to: Bu arabaya baktırmak lâzım.
başlamak, girişmek, koyulmak, teşebbüs etmek.
She set about her housework straight after breakfast.
set someone doing/to do sth: birine (boş durmaması için) bir iş vermek.
set a rumor about: dedikodu çıkarmak.
set about someone
k.d. birine hücum etmek.
oturup beklemek, hiçbir iş yapmamak.
orada burada gezinmek
Fiil
hakkında konuşmak, -den bahsetmek.
What are you talking about? Sen ne diyorsun? Ne dediğinin farkında
mısın?
I know what I am talking about: Bilerek konuşuyorum.
He knows what he is talking about: O bu işin ehlidir.
get oneself talked about: kendini dile düşürmek.
(a) bir tarafa fırlatmak, kaldırıp atmak, (b) (gemi) dalgalar üzerinde sallanmak, çalkanmak, yalpalanmak,
(c) insan) yatakta dönüp durmak.
öteye beriye yuvarlanmak.
öbür tarafa dön(dür)mek, evirip çevirmek.
turn about!
ask. geriye dön!
dönmek, yüzünü döndürmek/çevirmek.
He wheeled about and faced his opponent squarely. 9.(tekerlekli
taşıt) hızla/kayıp gitmek.
The car wheeled along the highway.
geriye dön! (komut).
Brit.:
about turn.
! (gemiyi) geriye döndür!
bir önergeyi ya da kanun teklifini geri çekmek
Fiil
bir karara varılmasını sağlamak
Fiil
doğru şeyi yapmak için uğraşmak
Fiil
birşey hakkında kaygılanmak
Fiil
biri hakında bilgi toplamak
Fiil
evlenmek niyetiyle flört etmek
Fiil
biri hakkında bir şey duymak
Fiil
…den ne haberler var?
Cümle
...in sözünü etmemek
Fiil
bir şey hakkında konuşmak
Fiil
para konularında endişeli