1. hiçbir(i), hiç.
    none of the memgers is going. none of the books.
    none of this/that: şunlardan/onlardan
    hiçbiri.
    I want none of your excuses: Hiçbir mazeret kabul etmem.
    none of us: hiçbirimiz.
    none of them: onlardan hiçbiri.
    That is none of your business: Sana ne! Seni ilgilendirmez! Sen kendi işine bak!
    none of this concerns me: Hiçbiri beni ilgilendirmez.
    none of your impudence! Edepsizliğin lüzumu yok!
    none of your cheek! Yüzsüzlüğün lüzumu yok!
  2. hiç kimse (bu anlamda kullanılırsa fiil çoğul olur).
    none were left when I came.
  3. asla, hiç (te değil), hiçbir suretle, kat'iyen, zerre kadar.
    Our supply is none too great: Erzakımız
    hiç de fazla değil.
    He is none the happier for his wealth: Servetinden dolayı asla mutlu değil.
    I like him none the worse for that: Bundan dolayı ona karşı sevgim kat'iyen azalmadı.
    His position is none too secure: Durumu hiç de sağlam değil.
Hiç yoktan iyidir. Cümle, Deyim
Buna da şükür. Cümle, Deyim
Seni ilgilendirmez. Cümle
Sana ne? Cümle
Seni alakadar etmez. Cümle
Seni ilgilendirmez. Cümle
Seni alakadar etmez. Cümle
ayrıksız, istisnasız, ayırımsız.
He is the best singer in the country, bar none.
The whole
group was at the party, bar John: Johndan başka herkes ziyafette idi.
kusursuz, en iyi, eşsiz, eşi yok, mükemmel.
be second to none: hepsinden üstün/iyi olmak, hiçbirinden/kimseden
geri kalmamak.
As a piano player, she is second to none.
ancak, yalnız, …'den başkası değil.
none but he knows the secret: Sırrı yalnız o biliyor (ondan
başkası bilmiyor).
none but a strong man could have lifted it: Onu ancak kuvvetli bir adam kaldırabilirdi.
(hayret ifade eder) (…'den) başka kim (olabilir?), ta kendisi.
It's none other than Tom! Tom,
ta kendisi.
“We thought you were in Canada! Can it really be you?” “ none other!” “Biz seni Kanadada zannediyorduk, sahiden sen misin?” “Ta kendisi!”
…'den başka/başka türlü/başkası değil, … in ta kendisi, bizzat.
I could do no other than … : …'den
başka türlü yapamazdım.
The presentation was made by none other than the Prime Minister.
-e rağmen, … olsa bile, yine de.
I can't swim; none the less I'll try to cross the river.
hiç/fazla bir şey anlamamış/öğrenememiş.
We are none the wiser for his explanations: Söylediklerinden
hiçbir şey anlamadık.
The suspect said nothing, so the police were none the wiser: Sanık konuşmadığından polisler bir şey öğrenemediler.
pek … değil.
We argue, but we're none too sure what we're arguing about: Tartışıyoruz ama neyi
tartıştığımızın farkında değiliz.
farkına varmak, farketmek.
If we take only one piece of cake, mother will be none the wiser.
resmi muamele yapılmayacağına dair alış ya da satış için verilen emir
yatırım bankacılığında menkul değerlerin satışı bunları ihraç eden şirkete karşı tamamen taahhüt edilmediği takdirde
“ ya hep ya da hiç yasası
tam bir muamele yapılmamışsa emir otomatik olarak iptal olmaz
menkul değerlerde
ihraç ettiklerinin tümünü iptal etmek hakkını ihraç sahibine sağlayan bir teklif
hepya da hiç emri
benimle ilgisi olmamak Fiil
bir şey öğrenememek Fiil
bir şey yüzünden daha beter durumda olmamak Fiil
izin/fırsat vermemek, kabul etmemek.
kabul/müsaade/müsamaha etmemek.
I'll have none of your stupid ideas: Saçma fikirlerinin hiçbirini
kabul edemem.
He was offered a job but he said he'd have none of it: Ona bir iş teklif edildi, fakat kabul edemeyeceğini söyledi.
Tam zamanında yetişti.
You know, none better, how poor I am: Ne kadar fakir olduğumu siz herkesten iyi bilirsiniz.
ben karışmakm
bu benim işim , seni ilgilendirmez