... tam bana göre.
Sentence
... tam sana göre.
Sentence
söylenmemesi gereken birşey
Noun
ağza alınmaması gereken birşey
Noun
birinden bir şey için izin
kıl payı atlatılan tehlike.
to be a close thing: ramak kalmak.
That was a close thing; We nearly hit the other car! Az kalsın öbür arabaya çarpacaktık/Öbür arabaya çarpmamıza ramak kaldı.
Noun
close-run thing ile ayni anlama gelir. nerede ise kaybedilecekken sonradan kazanılan (muharebe, seçim, yarışma vb.).
Noun
close thing ile ayni anlama gelir. nerede ise kaybedilecekken sonradan kazanılan (muharebe, seçim, yarışma vb.).
Doğru Şeyi Yap
Proper Name, Cinema
her yaptığı şeyi yanlış yapmak
Verb
kendini pek iyi hissetmemek
Verb
ilkönce, ilk iş olarak, herşeyden önce, evvelâ, evvelemirde, vakit geçirmeden, derhal.
I'll do it first thing in the morning.
en ufak bir şeyden parlamak
Verb
bir kere, evvelâ, herşeyden önce.
eğlenmek/gönül eğlendirmek/hoş vakit geçirmek için, zevk için.
He's learning French for fun.
doğru şeyi yapmaktan korkmak
Verb
bir şeyi yok fiyatına satın almak
Verb
kinaye yoluyla söylemek
Verb
bir şeyden tam yararlanmak
Verb
çakı gibi bir şeyin var mı ?
bir şey ile durmadan tehdit etmek.
Bana bu iş şüpheli görünüyor.
iyi ki! çok şükür!
It's a good thing we came home early, before snowstorm started.
iyi ki, bereket versin ki.
It's a good thing I was not home when the fire started.
bir şeyi ne hali varsa görsün diye bırakmak
Verb
(borsa) birini menfaatlendirmek
Verb
bir şeyden yararlanmak/istifade etmek/kâr çıkarmak.
bir işten çok para kazanmak
Verb
abartmak, mesele yapmak, izam etmek.
I disagree with you, but don't let's make a thing of it!
az kalsın/hemen hemen /nerde ise başarısızlıkla/hezimetle/felaketle sonuçlanan olay (seçim, yarışma,
hücum, savaş vb.).
What a near thing that was! My enemies nearly got me!
Noun
bizzat o (kimse/şey).
No less a person than the King: Bizzat Kral.
London is no less expensive than Paris: Pahalılıkta Londra Paristen aşağı kalmaz.
He writes with no less knowledge than clarity: Bilgili olduğu kadar da açık bir dille yazıyor.
toplumsal ya da normal olarak kabul edilmeyen
bir şey hakkında hiç haberi olmamak
Verb
yapılması gereken besbelli şey
hesaba katılması gereken kişi/şey.
bir şeyi kendine saklamak
Verb
pot kırmak, çam devirmek.
yarın ilk işi bu olmak
Verb
en ufak bir şeyden nem kapmak
Verb
en ufak bir şeyden alınmak
Verb
bir şeyi başka bir şeyle karıştırma
her husus gözönüne alındığı takdirde.
bir şeyin başka bir şeye benzerliği
toplumsal olarak kabul edilebilir bir şey
Reklamın kötüsü olmaz.
Sentence, Advertising
şey, nesne.
He knows a thing or two: (a) Bir iki şey biliyor, (b) çok bilmiştir, şeytandır.
talk of one thing and another: şundan bundan bahsetmek/dereden tepeden konuşmak.
Noun
mevcudiyet, cansız şey/madde.
Noun
eylem, iş, olay, vak'a.
to do gerat things: büyük işler yapmak.
Noun
iş, görev.
I've got a lot of things today: Bugün yapılacak çok işim var.
Noun
ayrıntı, özellik, husus.
perfect in all thing: her hususta mükemmel.
Noun
amaç, gaye, maksat.
The thing is to reach this line with the ball.
Noun
çare, deva, yöntem.
This is just the thing for your insomnia. be all things to all men:
herkesle iyi geçinmek, herkesin nabzına göre şerbet vermek.
Noun
yaratık, mahlûk.
His daughter's a pretty little thing. a dear old thing: sevimli bir ihtiyar/kadıncağız/adamcağız.
dumb things: hayvanlar.
Noun
fikir, düşünce, düşünülen şey.
I have just one thing to say to you.
see things: hulyaları olmak.
Noun
yılgı, korku, çekinme.
She has a thing about dogs.
Noun
sevilen/istenilen/gözde şey.
That's the thing for me: işte tam istediğim!
to do one's thing:
canının istediğini yapmak.
to find your own thing: sevdiği şeyi bulmak.
just the thing = the very thing: tam istediğim, ta kendisi.
I have been looking for a good house and have at last found one which is the very thing: İyi bir ev arıyordum, nihayet tam istediğimi buldum.
I'm not feeling at all the things: Biraz keyifsizim.
Noun
kabul edilmeyecek derecede çok
bu gibi şeylerden hoşlanmak yız pek
Niye böyle birşey yaptın ki?