thıng

... tam bana göre. Sentence
... tam benlik. Sentence
... tam senlik. Sentence
... tam sana göre. Sentence
her zamanki şey
ucu ucuna
yüzde yüz, elde bir.
söylenmemesi gereken birşey Noun
ağza alınmaması gereken birşey Noun
korkunç birşey Noun
enteresan şeyler
öğrenilmeye değer
yapıştırmak Verb
ağız birliği etmek Verb
bir kapıya çıkmak Verb
aynı kapıya çıkmak Verb
iyi bir durumda olmak.
bir şeyler becermek Verb
yetki almak Verb
birinden bir şey için izin
kıl payı atlatılan tehlike.
to be a close thing: ramak kalmak.
That was a close thing; We nearly
hit the other car! Az kalsın öbür arabaya çarpacaktık/Öbür arabaya çarpmamıza ramak kaldı.
Noun

close-run thing ile ayni anlama gelir. nerede ise kaybedilecekken sonradan kazanılan (muharebe, seçim, yarışma vb.). Noun
close thing ile ayni anlama gelir. nerede ise kaybedilecekken sonradan kazanılan (muharebe, seçim, yarışma vb.).
aynı şeye gelmek Verb
bir kapıya çıkmak Verb
aynı kapıya çıkmak Verb
pahalı şey
namussuz
bozuk şey
maskaralık
kibarlık etmek Verb
kendi işini yapmak Verb
cömertlik etmek Verb
iyi etmek Verb
Doğru Şeyi Yap Proper Name, Cinema
her yaptığı şeyi yanlış yapmak Verb
yaklaştırmak Verb
özdeşleştirmek Verb
formunda olmamak Verb
kendini pek iyi hissetmemek Verb
ilkönce, ilk iş olarak, herşeyden önce, evvelâ, evvelemirde, vakit geçirmeden, derhal.
I'll do it
first thing in the morning.
yarın ilk iş Adverb
en ufak bir şeyden parlamak Verb
bir kere, evvelâ, herşeyden önce.
eğlenmek/gönül eğlendirmek/hoş vakit geçirmek için, zevk için.
He's learning French for fun.
doğru şeyi yapmaktan korkmak Verb
bir şeyi yok fiyatına satın almak Verb
bir şeyi ima etmek Verb
kinaye yoluyla söylemek Verb
bir şeyden tam yararlanmak Verb
olağan hale gelmek Verb
çakı gibi bir şeyin var mı ?
mobilya kiralama
bir şey ile durmadan tehdit etmek.
ihdas etmek Verb
isabet oldu
iyi ki! çok şükür!
It's a good thing we came home early, before snowstorm started.
iyi ki, bereket versin ki.
It's a good thing I was not home when the fire started.
biçilmiş kaftan
tam aranan şey
haberdar olmak Verb
hukuki talep hakkı
bir şeyi ne hali varsa görsün diye bırakmak Verb
(borsa) birini menfaatlendirmek Verb
deli gibi
bir şeyden yararlanmak/istifade etmek/kâr çıkarmak.
bir işten çok para kazanmak Verb
bir şeyi yürütmek Verb
abartmak, mesele yapmak, izam etmek.
I disagree with you, but don't let's make a thing of it!
yaraştırmak Verb
istimal etmek Verb
az kalsın/hemen hemen /nerde ise başarısızlıkla/hezimetle/felaketle sonuçlanan olay (seçim, yarışma,
hücum, savaş vb.).
What a near thing that was! My enemies nearly got me!
Noun
bizzat o (kimse/şey).
No less a person than the King: Bizzat Kral.
London is no less expensive
than Paris: Pahalılıkta Londra Paristen aşağı kalmaz.
He writes with no less knowledge than clarity: Bilgili olduğu kadar da açık bir dille yazıyor.
Bana göre birşey değil.
toplumsal ya da normal olarak kabul edilmeyen
bir şey hakkında hiç haberi olmamak Verb
gölge düşürmek Verb
yapılması gereken besbelli şey
Bu arada, ...
Birşey daha var, ...
Olaylar hızla gelişti.
hesaba katılması gereken kişi/şey.
aslını araştırmak Verb
rehnedilen şey
ilhak etmek Verb
üstüne oturmak Verb
ele geçirmek Verb
temellük etmek Verb
iki dirhem bir çekirdek
istinkâf etmek Verb
bir şeyi kendine saklamak Verb
isabet etmek Verb
pot kırmak, çam devirmek.
yarın ilk işi bu olmak Verb
satma ıp savmak Verb
halledilmiş mesele
bir şeyi paylaşmak Verb
iyi ücretli hafif iş
yapıştırmak Verb
öylesi
kesin/muhakkak olan şey.
Tabii ki! Exclamation
Ne demek! Exclamation
Elbette! Exclamation
Baş üstüne! Exclamation
en ufak bir şeyden nem kapmak Verb
en ufak bir şeyden alınmak Verb
bir şeyi başka bir şeyle karıştırma
her husus gözönüne alındığı takdirde.
bir şeyin başka bir şeye benzerliği
toplumsal olarak kabul edilebilir bir şey
moda olan şey
(moda) son çıkan
doğru olan Noun
doğru karar Noun
... diye birşey yok.
Reklamın kötüsü olmaz. Sentence, Advertising
şey, nesne.
He knows a thing or two: (a) Bir iki şey biliyor, (b) çok bilmiştir, şeytandır.
talk
of one thing and another: şundan bundan bahsetmek/dereden tepeden konuşmak.
Noun
mevcudiyet, cansız şey/madde. Noun
eylem, iş, olay, vak'a.
to do gerat things: büyük işler yapmak. Noun
iş, görev.
I've got a lot of things today: Bugün yapılacak çok işim var. Noun
ayrıntı, özellik, husus.
perfect in all thing: her hususta mükemmel. Noun
amaç, gaye, maksat.
The thing is to reach this line with the ball. Noun
çare, deva, yöntem.
This is just the thing for your insomnia.
be all things to all men:
herkesle iyi geçinmek, herkesin nabzına göre şerbet vermek.
Noun
yaratık, mahlûk.
His daughter's a pretty little thing.
a dear old thing: sevimli bir ihtiyar/kadıncağız/adamcağız.

dumb things: hayvanlar.
Noun
fikir, düşünce, düşünülen şey.
I have just one thing to say to you.
see things: hulyaları olmak. Noun
yılgı, korku, çekinme.
She has a thing about dogs. Noun
sevilen/istenilen/gözde şey.
That's the thing for me: işte tam istediğim!
to do one's thing:
canının istediğini yapmak.
to find your own thing: sevdiği şeyi bulmak.
just the thing = the very thing: tam istediğim, ta kendisi.
I have been looking for a good house and have at last found one which is the very thing: İyi bir ev arıyordum, nihayet tam istediğimi buldum.
I'm not feeling at all the things: Biraz keyifsizim.
Noun
mal, eşya. Noun, Law
kabul edilmeyecek derecede çok
değerli şey
bu gibi şeylerden hoşlanmak yız pek
Niye böyle birşey yaptın ki?
paçavra