1. serin.
    Warm days and cool nights.
    It is cool: Hava serinledi.
    It's getting/turning cooler:
    Hava serinliyor.
    Keep in a cool place: Serin bir yerde saklayınız.
    I feel quite cool now: Üşümeye başladım.
  2. oldukça soğuk.
    A cool wind blew off the sea.
  3. serin tutan (elbise).
    a cool suit. As it was a hot day, she wore a cool dress.
  4. soğukkanlı, temkinli, metin.
    keep cool! sakin/metin olunuz, soğukkanlılığınızı koruyunuz.
    be
    as cool as a cucumber: son derece soğukanlı olmak.
    She looked as cool as a cucumber: Gayet soğuk(kanlı) gözüküyordu.
  5. hissiz, duygusuz, ilgisiz, soğuk, önem vermeyen, umursamayan.
    Ali seemed very cool towards me today,
    I wonder if I've offended him: Ali bugün bana karşı soğuk davranıyor, acaba onu gücendirdim mi?
    The President was given a cool welcome when he visited London.
  6. abartmasız, mübalâğasız, sağlam.
    a cool million dollars. This businessman earns a cool $10,000 a month.
  7. (renk) yeşile/maviye kaçan, yeşil/mavi tonların hâkim olduğu.
  8. mükemmel, iyi, âlâ, harikulâde, fevkalâde.
    a real cool comic. You look real(ly) cool in that new dress.
  9. (bkz: coolly. Play it cool ): Sakin olunuz!
  10. serinlik.
    The cool of the evening: Akşam serinliği.
  11. soğukkanlılık, vekar, temkin.
    Don't lose your cool: Soğukkanlılığını kaybetme.
    keep one's cool:
    soğukkanlılığını/vekarını muhafaza etmek, sakin olmak, sinirlenmemek.
    Keep your cool: Sinirlenme(yiniz)/sakin ol(unuz).
  12. ilgisizlik, duygusuzluk, hissizlik.
  13. serinle(t)mek, soğu(t)mak.
    Open the window to cool the room. Let your tea to cool a little before you drink it.
itidalini/soğukkanlılığını kaybetmek, birdenbire parlamak.
soğukkanlılığını kaybetmek, tepesi atmak, zıvanadan çıkmak, sinirlenmek.
He blew his cool: Tepesi attı.
bekle(til)mek, beklemeye mecbur olmak, işsiz güçsüz/sabırsızlanarak beklemek.
(veya
Brit.:
kick one's heels): (a)
k.d. (beyhude/kasten) bekletilmek, (beklemekten)
ayaklarına kara su inmek.
I had to cool my heels for half an hour until he would see me: Onunla görüşebilmek için yarım saat bekledim. (b)
argo (ağaç) kök salmak, köklenmek.
soğukkanlılığını korumak Fiil
tetiğini bozmak Fiil
soğukkanlılığını kaybetmek Fiil
serinlemek Fiil
soğukkanlılığını korumak, heyecanlanmamak. Fiil
sakin olmak, itidalini kaybetmemek, soğukkanlılığını korumak, temkinli davranmak.
su ile soğutmak Fiil
fevkalâde soğukkanlı, kendine hâkim.
pişkin müşteri
kurnaz
kurnaz müşteri
kendine güvenen ve egemen kişi
(a) soğumak, (b) sakinleşmek, yatışmak, sükûnet bulmak.
Let the situation cool down: Durumun yatışmasını
bekle.
She didn't cool down for hours after that argument. (c) teskin etmek, yatıştırmak.
I tried to cool her down but she was still very angry when she left.
birini serinletmek Fiil
ekonomiyi soğutmak Fiil, Ekonomi
Parmaklıklar Arkasında Özel Isim, Sinema
sükûnet bulmak, sakin olmak, öfkesi geçmek, yatışmak.
makul olmak, sükûnet bulmak, sinirleri yatışmak, sakinleşmek, soğumak.
cool-off period: bekleme süresi, intizar devresi.
soğuk karşılama
soğuk hava deposu İsim, Gıda ve Mutfak
ekonomiyi soğutmak Fiil, Ekonomi
beklemeye zorlanmak Fiil
zorla bekletilmek Fiil
gıcır gıcır bir binlik
birine karşı soğuk davranmak Fiil
Sakin ol.
Sorun değil.
tetiğini bozmak Fiil
soğukkanlılığını muhafaza etmek Fiil
soğukkanlı davranmak Fiil