1. Fiil
    look at: bakmak.
    look at me: Bana bak.
    look (up) at the ceiling: Tavana bak.
    look
    (down) at the floor: Yere bak.
    I looked but saw nothing: Baktım ama bir şey göremedim.
    look to see whether the road is clear: Yolun açık olup olmadığına bakmak.
    to look questioningly at a person: bir kimseye şüpheli gözlerle bakmak.
  2. Fiil nazar etmek.
  3. Fiil bakınmak, (gözleriyle) araştırmak.
  4. Fiil … olacağa benzemek, … gibi gözükmek.
    Conditions look toward war: Duruma bakılırsa harp olacağa benziyor.
  5. Fiil görünmek.
    You look pale/ill/well/happy: Sararmış/hasta/iyi/mutlu görünüyorsun.
  6. Fiil gözükmek.
    The case look promising: Durum ümut verici gözüküyor.
    Judging by her letter, she
    looks to be the best person for the job.
  7. Fiil mütalea etmek, gözden geçirmek.
    to look at the facts : olguları gözden geçirmek.
  8. Fiil yönelmiş/nazır/müteveccih olmak, bakmak.
    The window looks upon the street.
  9. Fiil cephesi …'e bakmak.
    The house looks to the east.
  10. Fiil dikkatle/dik dik bakmak.
    He looked at me straight in the eye.
  11. Fiil gözleriyle anlatmak, bakışı ile ifade etmek.
    She said nothing but looked all interest.
  12. Fiil
    look up: bakmak, araştırmak.
  13. Fiil
    look over: (dikkatle) incelemek/gözden geçirmek, (üzerinde) düşünmek.
  14. Fiil benzemek, … gibi olmak.
    He looked a perfect fool.
  15. Fiil ummak, beklemek (bu anlamda daima bir mastardan önce kullanılır):
    I look to hear from you soon:
    Senden yakında haber bekliyorum.
  16. İsim bakış, bakma, nazar.
    have a look: bakmak, göz atmak, göz gezdirmek.
    Have a look at that:
    Şuna bir bakıver.
    She gave me a strange look: Bana bir tuhaf baktı.
    take a good look at: iyice bakmak, süzmek.
  17. İsim yüz ifadesi, ifade.
    I knew she didn't like it by the look on her face: Yüzünün ifadesinden hoşlanmadığını
    anladım.
    One could see by his look that he was angry: Kızdığı yüzünden belli idi.
  18. İsim gözle araştırma.
  19. İsim görünüş, hal, tavır.
    He has the look of his father: Babasını andırıyor/Onda babasının hal ve tavırları var.
  20. Ünlem bak! bana bak(sana)!
    hey! look here! Buraya/bana bak!
    Now look here! you can't say things like
    that to me! Bana bak! Benimle böyle konuşamazsın, anladın mı?
  21. Ünlem (beni) dinle! kulak ver! dikkat et!
    look, I don't mind you borrowing my car, but you ought to ask
    me first: Bak/dinle, arabamı kullanmana bir şey demem, ama önce bana danışmalısın.
parasını idare etmek Fiil
kendi menfaatlerini korumak Fiil
birine korkuyla bakmak Fiil
(birisini) küçük/hakir görmek, (birine) tepeden bakmak.
(birisine) tepeden/yukarıdan bakmak, üstünlük taslamak.
birini hor görmek Fiil
bir şeyi küçümsemek Fiil
yeteneklerine uygun bir iş aramak Fiil
(hakikî) yaşını göstermek.
She looks her age (= seems as old as she in fact is).
You don't
look your age (= look younger than you are): Yaşını göstermiyorsun (olduğundan daha genç görünüyorsun).
güzel (en iyi hali ile) gözükmek, kendine yakıştırmak.
She looks her best in tweeds.
ününü korumaya çalışmak Fiil
taşıt aracında yer ayırtmak Fiil
notlarına bakmak Fiil
üstünlüğü/önderliği başkasına kaptırmamaya çalışmak, şöhretini korumaya gayret etmek.
New developments
in the industry are forcing long-established firms to look for their laurels.
şüpheci bir bakış İsim
bakmak Fiil
birine bir bakış fırlatmak Fiil
birine bakmak Fiil
birine bir bakış atmak Fiil
çapkınca/davetkâr bakış.
dalgın bakış
modaya uygun
sağlam görünmek Fiil
korkunç bir bakış İsim
son moda.
eleştirici ya da onaylamayıcı bakış
preppie = preppy ile ayni anlama gelir. öğrenci kıyafeti.
(giysiler ile ilgili olarak) ıslak izlenimi veren
(a) etrafına/sağına soluna bakmak, dört yanını gözlemek/kollamak, civarı görmek.
We hardly had time
to look about us before we had to continue our journey: Civarı görmeye pek fırsat bulamadan seyahatimize devam ettik. (b) (bir yeri/durumu) incelemek, gözden geçirmek. (c)
look about (for sth): aramak, araştırmak.
Are you still looking about for a job?
look about for someone: gözleriyle birisini araştırmak.
(a) gözet(le)mek, gözle takip etmek, arkasından bakmak.
We looked after the train as it left the station.
(b) bakmak, ihtimam/dikkat göstermek, mukayyet olmak, çekip çevirmek, idare etmek.
Who will look after the children while their mother is in hospital?
Are you being well looked after? Sana iyi bakıyorlar mı?
He needs a wife to look after him: Ona bakacak bir eş/zevce lâzım.
He is old enough to look after himself: Artık kendini idare edecek yaştadır.
birinin bakımını üstlenmek Fiil
birine bakmak Fiil
biriyle ilgilenmek Fiil
birşeyden sorumlu olmak Fiil
birşeye bakarak olmak Fiil
birşeyle ilgilenmek Fiil
evi geçindirmek Fiil
kendine dikkat etmek Fiil
kendi başına idare etmek Fiil
başının çaresine bakmak Fiil
kendi işini kendi görmek Fiil
ileriye/istikbale bakmak, ilerisi için plânlar kurmak, geleceği düşünmek.
(birbirine) benzemek, birbirinin tıpkısı/benzeri olmak.
(a) acele etmek, atik davranmak, hızlı hareket etmek, (b) uyanık/tetikte/zinde/dikkatli olmak, gözünü
dört açmak.
look alive! Dikkat et! canlan! gayret et!
haydi! çabuk ol! kımılda! sallanma!
Look alive! We haven't got all day! Çabuk ol! Fazla vaktimiz
yok (Bütün gün seni bekleyemeyiz)!
surat asmak Fiil
(a) bütün ihtimalleri incelemek, üzerinde düşünmek, (b) araştırmak, aramak.
birşey bulmaya çalışmak Fiil
birşeyi aramak Fiil
birşeye bakınmak Fiil
bir yeri gezmek Fiil
… gibi görünmek Fiil
… gibi görünmek Fiil
yan gözle bakmak Fiil
(a) seyretmek, bakmak.
looking at TV. looking at him jumping. good/bad (etc.)
… to look at:
görünüşte güzel/çirkin (vb.). (b) mütalea etmek, … gözü ile bakmak, göz atmak.
He looks at work in a different way now he's in charge. Will you please look at this letter? (c) gözönünde tutmak, nazarı itibara almak.
I wouldn't look at such a small offer.
They wouldn't look at my proposal: Teklifimi reddettiler (gözönüne almadılar). (d) incelemek, araştırmak, muayene etmek.
He is looking at a new idea for getting rich. You must have your bad tooth looked at. Doctor, will you look at my ankle? (e) (emir olarak) bakmak.
look at this beautiful house!. (f)
not much to look at: çirkin, göze hoş görünmeyen.
The hotel is not much to look at: Otel pek çirkin/külüstür. (g)
look at him/her/it: görünüşte.
To look at her you'd never guess she is a university teacher.
bakışmak Fiil
birine bakmak Fiil
eğri gözle bakmak Fiil
birşeyi düşünmek Fiil
birşeyi muayene etmek Fiil
birşeye göz gezdirmek Fiil
birşeyi araştırmak Fiil
televizyon seyretmek Fiil
bakışlarını çevirmek Fiil
başka tarafa bakmak Fiil
geçmişi/maziyi düşünmek.
(a) anımsamak, hatırlamak, geçmişi anmak/düşünmek, (b) gerilemek, geri kalmak, ilerleyememek.
Never
look back! Daima ilerle! Asla geriye/geçmişe bakma!
geçmişe göz atmak Fiil
durumu fena olmak Fiil
birşeyi yapmadan önce düşünmek Fiil
arkaya bakmak Fiil
afallamış görünmek Fiil
üzgün/meyus/kederli gözükmek.
bilinci yerinde görünmek Fiil
kendinde görünmek Fiil
bilinçi yerinde görünmek Fiil
bakışı ile tehdit etmek, (birisine) yiyecekmiş/öldürecekmiş gibi bakmak.
bir kimseye öfke ile bakmak Fiil
birine kötü kötü bakmak Fiil
birine öfkeyle bakmak Fiil
bir listeye bakmak Fiil
küçümsemek Fiil
birini hor görmek Fiil
birini küçümsemek Fiil
birini küçük görmek Fiil
birini hor görmek Fiil
birşeyi küçümsemek Fiil
(fiyatlar) düşmek Fiil
(a) aramak.
He is looking for a job. I'm looking for my key. (b)
k.d. (yanlış davranışı
ile kötü bir duruma) yol açmak/sebep olmak,
mec. avuç açmak, kaşınmak.
You're looking for a fight if you say things like that to me.
He's looking for trouble: Belasını arıyor. (c)
esk. ummak, beklemek.
It's too soon yet to look for results.
bir iş aramak Fiil
iş aramak Fiil
bahane aramak Fiil
birini aramak Fiil
bela aramak Fiil
çok istemek Fiil
heyecanla beklemek Fiil
dört gözle beklemek Fiil
can atmak Fiil
hevesle beklemek Fiil
ummak Fiil
birşeyi dört gözle beklemek Fiil
birşeyi heyecanla beklemek Fiil
(a) uygun/elverişli/münasip gözükmek/görünmek.
Your proposal looks good. (b) iyi etki bırakmak,
olumlu yönde etkilemek.
Make the idea look good, even if it isn't. (c) cazip/güzel gözükmek, (d) iyi durumda/mükemmel olduğu izlenimini uyandırmak.
Bana/buraya bak! baksan(ız)a!
(a)
look into ile ayni anlama gelir. (içine) bakıvermek, şöyle bir göz atmak. (b)
look in on
ile ayni anlama gelir. (bir yere/bir kimseye) uğrayıvermek, kısa bir ziyarette bulunmak.
She said she'd look in on her way back: Dönüşte uğrayacağını söyledi.
(a) araştırmak, incelemek, soruşturmak, tahkik etmek, tahkikat yapmak.
He promised to look into the
matter: Meseleyi araştıracağını vadetti.
The police is looking into the past record of the suspect. (b) içine bakmak.
He looked into the box/the mirror/her eyes.
bir şikâyeti ele alıp incelemek Fiil
şikâyeti ele alıp incelemek Fiil
bir meseleye eğilmek Fiil
bir şeyin icabına bakmak Fiil
tutumlu davranmak Fiil
soruşturma yürütmek Fiil
benzemek.
It looks like raining: Yağmur yağacağa benziyor.
birine benzemek Fiil
birşeye benzemek Fiil
(a) acele etmek, atik davranmak, hızlı hareket etmek, (b) uyanık/tetikte/zinde/dikkatli olmak, gözünü
dört açmak.
look alive! Dikkat et! canlan! gayret et!
(a) seyretmek, (durup) bakmak.
The teacher conducted the experiment while we looked on. (b)
look
upon = look on as ile ayni anlama gelir. saymak, addetmek, telâkki etmek.
I look on her as a very able person: Bence o çok yetenekli bir kimsedir. (c)
look on someone with: … gözü ile bakmak.
He seems to look on me with distrust: Bana güvenmediği anlaşılıyor (Bana galiba şüpheli gözlerle bakıyor). (d)
look on to: (bir manzaraya vb.) bakmak, nazır olmak.
My bedroom looks on (to) the garden: Yatak odam bahçeye bakar.
birşey olarak değerlendirmek Fiil
başkası ile aynı kitaptan okumak Fiil
tabiî görünmek, olduğu gibi görünmek, keyfi/neşesi/sıhhati yerinde olmak.
not look oneself: keyifsiz
(hasta/üzgün vb.) gözükmek.
You're not looking yourself today, you're looking ill/worried etc.
He's beginning to look himself again: Keyfi/neşesi yerine gelmeye başlıyor.
(a)
look out on/over: -e nazır olmak/bakmak.
Our house looks out on the park. (b) sakınmak,
dikkatli olmak, sağına soluna bakınmak.
look out for cars as you cross the street.
Everyone must look out for themselves: Herkes başının çaresine bakmalıdır. (c) dikkat/ihtimam göstermek, (d) bakmak, gözetmek, (gözleriyle) araştırmak.
look out for your aunt at the station. (e) (kendi malları içinden) seçmek, ayırmak.
to look out a dress for a party.
birini aramak Fiil
birine göz kulak olmak Fiil
birine bakarak olmak Fiil
birşey aramak Fiil
birşey bulmaya çalışmak Fiil
dikkat etmek Fiil
arayıp bulmak Fiil
(kısaca/üstünkörü) gözden geçirmek, incelemek, muayene etmek, göz gezdirmek.
He signed the contract
without even looking it over.
look over a house: bir evi gezmek/eve bakmak.
bir eve bakmak Fiil
bir eve (alıcı gözüyle) bakmak Fiil
bir hesabı incelemek Fiil
ümit verici görünmek Fiil
birini tanımamış gibi yapmak Fiil
birini görmezlikten gelmek Fiil
dolaşmak Fiil
her türlü olanağa başvurmak Fiil
bakmak Fiil
gezmek Fiil
bir yerde etrafa bakmak Fiil
üzgün görünmek Fiil
(politik durum) ciddi görünmek Fiil
dikkat etmek, gözünü açmak, tetik davranmak.
look sharp! Dikkat et!
(a) dikkatli/uyanık olmak, gözünü dört açmak, (b) acele etmek.
You'll have to look sharp if you want
to be on time: Geç kalmamak istiyorsan acele etmelisin.
önemsiz/küçük/hakir/hor görülmek/gösterilmek/düşürülmek.
We made him look small (=exposed him as being
insignificant): Onu küçük düşürdük.
utanmak, mahcup olmak, küçük düşmek, yerin dibine geçmek.
acele et
birini ziyaret etmek Fiil
birini tanımazlıktan gelmek Fiil
birini görmezlikten gelmek Fiil
göz doldurmak Fiil
muayene
tetkik
birine önem vermemek Fiil
yorgun görünmek Fiil
(a) dikkat etmek.
We must each look to our own work.
look to your manners: Davranışlarına
dikkat et! (Kendine gel; terbiyeni takın). (b) ümit bağlamak, ummak, bel bağlamak, (c) güvenmek, dayanmak, inanmak, itimat etmek.
We look to you for help/to help us: Bize yardım edeceğinize güveniyoruz. (d)
look to it that: … de emin olmak, kanaat getirmek, kesinleştirmek, sağlama bağlamak, tahkik etmek, içyüzünü anlamak, (e)
look to one's laurels: elinden geleni yap(tır)mak, en iyi şekilde yapılmasını sağlamak.
birinden destek beklemek Fiil
birinden yardım beklemek Fiil
(a) yukarıya bakmak, başını kaldırmak, (b)
k.d. iyileşmek, düzelmek, iyiye doğru gitmek.
The
trade should look up later in the year.
Things are looking up: İşler düzeliyor. (c)
look up to someone (as …): Birisine (… olarak) hürmet/saygı göstermek.
They all look up to him as their leader. (d) ara(ştır)mak, (sözlüğe vb.) bakmak.
to look up the word in the dictionary. look up the phone number in the directory. (e)
k.d. yoklamak, ziyaret etmek.
look someone up: birisini gidip görmek/ziyaret etmek.
Do look me up next time you're in London. (f)
den. rüzgâr uygun yönden esince gemi) menzile doğru yol almak, menzile yönelmek.
bir ibareyi bulup okumak Fiil
bir referansa bakmak Fiil
birşeyden başını kaldırıp bakmak Fiil
bakışlarını birşeyden yukarı yöneltmek Fiil
birşeye bakmak Fiil
birini saymak Fiil
birine hayran olmak Fiil
birine saygı duymak Fiil
(a)
look on ile ayni anlama gelir. saymak, telâkki etmek, addetmek, … gözü ile bakmak.
to look
upon gambling as a sin. (b) hayran kalmak, hayranlıkla/takdirle bakmak/seyretmek.
to look upon a beautiful picture.
nice to look upon: güzel, cazip.
(a) iyi/uygun/elverişli/müasit/münasip görünmek, yakışmak.
Does this hat look well on me? (b)
(şahıs) yakışıklı görünmek.
He looks well in naval uniform. (c) sıhhatli/keyifli gözükmek.
işten anlar gibi görünmek.
yapmadan önce günleme
bakışlarını kaçırma !
bir fırsat elde etmek Fiil
hep ilerleme kaydetmek Fiil
hep ilerlemek Fiil
gittikçe daha başarılı olmak Fiil