parasını idare etmek
Fiil
kendi menfaatlerini korumak
Fiil
birine korkuyla bakmak
Fiil
(birisini) küçük/hakir görmek, (birine) tepeden bakmak.
(birisine) tepeden/yukarıdan bakmak, üstünlük taslamak.
yeteneklerine uygun bir iş aramak
Fiil
(hakikî) yaşını göstermek.
She looks her age (= seems as old as she in fact is).
You don't look your age (= look younger than you are): Yaşını göstermiyorsun (olduğundan daha genç görünüyorsun).
güzel (en iyi hali ile) gözükmek, kendine yakıştırmak.
She looks her best in tweeds.
ününü korumaya çalışmak
Fiil
taşıt aracında yer ayırtmak
Fiil
üstünlüğü/önderliği başkasına kaptırmamaya çalışmak, şöhretini korumaya gayret etmek.
New developments in the industry are forcing long-established firms to look for their laurels.
birine bir bakış fırlatmak
Fiil
birine bir bakış atmak
Fiil
eleştirici ya da onaylamayıcı bakış
preppie = preppy ile ayni anlama gelir. öğrenci kıyafeti.
(giysiler ile ilgili olarak) ıslak izlenimi veren
(a) etrafına/sağına soluna bakmak, dört yanını gözlemek/kollamak, civarı görmek.
We hardly had time to look about us before we had to continue our journey: Civarı görmeye pek fırsat bulamadan seyahatimize devam ettik. (b) (bir yeri/durumu) incelemek, gözden geçirmek. (c)
look about (for sth): aramak, araştırmak.
Are you still looking about for a job?
look about for someone: gözleriyle birisini araştırmak.
(a) gözet(le)mek, gözle takip etmek, arkasından bakmak.
We looked after the train as it left the station. (b) bakmak, ihtimam/dikkat göstermek, mukayyet olmak, çekip çevirmek, idare etmek.
Who will look after the children while their mother is in hospital?
Are you being well looked after? Sana iyi bakıyorlar mı?
He needs a wife to look after him: Ona bakacak bir eş/zevce lâzım.
He is old enough to look after himself: Artık kendini idare edecek yaştadır.
birinin bakımını üstlenmek
Fiil
birşeyden sorumlu olmak
Fiil
birşeye bakarak olmak
Fiil
kendine dikkat etmek
Fiil
kendi başına idare etmek
Fiil
başının çaresine bakmak
Fiil
kendi işini kendi görmek
Fiil
ileriye/istikbale bakmak, ilerisi için plânlar kurmak, geleceği düşünmek.
(birbirine) benzemek, birbirinin tıpkısı/benzeri olmak.
(a) acele etmek, atik davranmak, hızlı hareket etmek, (b) uyanık/tetikte/zinde/dikkatli olmak, gözünü
dört açmak.
look alive! Dikkat et! canlan! gayret et!
haydi! çabuk ol! kımılda! sallanma!
Look alive! We haven't got all day! Çabuk ol! Fazla vaktimiz
yok (Bütün gün seni bekleyemeyiz)!
(a) bütün ihtimalleri incelemek, üzerinde düşünmek, (b) araştırmak, aramak.
birşey bulmaya çalışmak
Fiil
(a) seyretmek, bakmak.
looking at TV. looking at him jumping. good/bad (etc.) … to look at:
görünüşte güzel/çirkin (vb.). (b) mütalea etmek, … gözü ile bakmak, göz atmak.
He looks at work in a different way now he's in charge. Will you please look at this letter? (c) gözönünde tutmak, nazarı itibara almak.
I wouldn't look at such a small offer.
They wouldn't look at my proposal: Teklifimi reddettiler (gözönüne almadılar). (d) incelemek, araştırmak, muayene etmek.
He is looking at a new idea for getting rich. You must have your bad tooth looked at. Doctor, will you look at my ankle? (e) (emir olarak) bakmak.
look at this beautiful house!. (f)
not much to look at: çirkin, göze hoş görünmeyen.
The hotel is not much to look at: Otel pek çirkin/külüstür. (g)
look at him/her/it: görünüşte.
To look at her you'd never guess she is a university teacher.
birşeyi muayene etmek
Fiil
birşeye göz gezdirmek
Fiil
televizyon seyretmek
Fiil
bakışlarını çevirmek
Fiil
(a) anımsamak, hatırlamak, geçmişi anmak/düşünmek, (b) gerilemek, geri kalmak, ilerleyememek.
Never look back! Daima ilerle! Asla geriye/geçmişe bakma!
birşeyi yapmadan önce düşünmek
Fiil
üzgün/meyus/kederli gözükmek.
bilinci yerinde görünmek
Fiil
bilinçi yerinde görünmek
Fiil
bakışı ile tehdit etmek, (birisine) yiyecekmiş/öldürecekmiş gibi bakmak.
bir kimseye öfke ile bakmak
Fiil
birine kötü kötü bakmak
Fiil
birine öfkeyle bakmak
Fiil
(a) aramak.
He is looking for a job. I'm looking for my key. (b)
k.d. (yanlış davranışı
ile kötü bir duruma) yol açmak/sebep olmak,
mec. avuç açmak, kaşınmak.
You're looking for a fight if you say things like that to me.
He's looking for trouble: Belasını arıyor. (c)
esk. ummak, beklemek.
It's too soon yet to look for results.
birşeyi dört gözle beklemek
Fiil
birşeyi heyecanla beklemek
Fiil
(a) uygun/elverişli/münasip gözükmek/görünmek.
Your proposal looks good. (b) iyi etki bırakmak,
olumlu yönde etkilemek.
Make the idea look good, even if it isn't. (c) cazip/güzel gözükmek, (d) iyi durumda/mükemmel olduğu izlenimini uyandırmak.
Bana/buraya bak! baksan(ız)a!
(a)
look into ile ayni anlama gelir. (içine) bakıvermek, şöyle bir göz atmak. (b)
look in on ile ayni anlama gelir. (bir yere/bir kimseye) uğrayıvermek, kısa bir ziyarette bulunmak.
She said she'd look in on her way back: Dönüşte uğrayacağını söyledi.
(a) araştırmak, incelemek, soruşturmak, tahkik etmek, tahkikat yapmak.
He promised to look into the matter: Meseleyi araştıracağını vadetti.
The police is looking into the past record of the suspect. (b) içine bakmak.
He looked into the box/the mirror/her eyes.
bir şikâyeti ele alıp incelemek
Fiil
şikâyeti ele alıp incelemek
Fiil
bir meseleye eğilmek
Fiil
bir şeyin icabına bakmak
Fiil
benzemek.
It looks like raining: Yağmur yağacağa benziyor.
(a) acele etmek, atik davranmak, hızlı hareket etmek, (b) uyanık/tetikte/zinde/dikkatli olmak, gözünü
dört açmak.
look alive! Dikkat et! canlan! gayret et!
(a) seyretmek, (durup) bakmak.
The teacher conducted the experiment while we looked on. (b)
look upon = look on as ile ayni anlama gelir. saymak, addetmek, telâkki etmek.
I look on her as a very able person: Bence o çok yetenekli bir kimsedir. (c)
look on someone with: … gözü ile bakmak.
He seems to look on me with distrust: Bana güvenmediği anlaşılıyor (Bana galiba şüpheli gözlerle bakıyor). (d)
look on to: (bir manzaraya vb.) bakmak, nazır olmak.
My bedroom looks on (to) the garden: Yatak odam bahçeye bakar.
birşey olarak değerlendirmek
Fiil
başkası ile aynı kitaptan okumak
Fiil
tabiî görünmek, olduğu gibi görünmek, keyfi/neşesi/sıhhati yerinde olmak.
not look oneself: keyifsiz
(hasta/üzgün vb.) gözükmek.
You're not looking yourself today, you're looking ill/worried etc.
He's beginning to look himself again: Keyfi/neşesi yerine gelmeye başlıyor.
(a)
look out on/over: -e nazır olmak/bakmak.
Our house looks out on the park. (b) sakınmak,
dikkatli olmak, sağına soluna bakınmak.
look out for cars as you cross the street.
Everyone must look out for themselves: Herkes başının çaresine bakmalıdır. (c) dikkat/ihtimam göstermek, (d) bakmak, gözetmek, (gözleriyle) araştırmak.
look out for your aunt at the station. (e) (kendi malları içinden) seçmek, ayırmak.
to look out a dress for a party.
birine göz kulak olmak
Fiil
birine bakarak olmak
Fiil
birşey bulmaya çalışmak
Fiil
(kısaca/üstünkörü) gözden geçirmek, incelemek, muayene etmek, göz gezdirmek.
He signed the contract without even looking it over.
look over a house: bir evi gezmek/eve bakmak.
bir eve (alıcı gözüyle) bakmak
Fiil
bir hesabı incelemek
Fiil
ümit verici görünmek
Fiil
birini tanımamış gibi yapmak
Fiil
birini görmezlikten gelmek
Fiil
her türlü olanağa başvurmak
Fiil
bir yerde etrafa bakmak
Fiil
(politik durum) ciddi görünmek
Fiil
dikkat etmek, gözünü açmak, tetik davranmak.
look sharp! Dikkat et!
(a) dikkatli/uyanık olmak, gözünü dört açmak, (b) acele etmek.
You'll have to look sharp if you want to be on time: Geç kalmamak istiyorsan acele etmelisin.
önemsiz/küçük/hakir/hor görülmek/gösterilmek/düşürülmek.
We made him look small (=exposed him as being insignificant): Onu küçük düşürdük.
utanmak, mahcup olmak, küçük düşmek, yerin dibine geçmek.
birini ziyaret etmek
Fiil
birini tanımazlıktan gelmek
Fiil
birini görmezlikten gelmek
Fiil
birine önem vermemek
Fiil
(a) dikkat etmek.
We must each look to our own work. look to your manners: Davranışlarına
dikkat et! (Kendine gel; terbiyeni takın). (b) ümit bağlamak, ummak, bel bağlamak, (c) güvenmek, dayanmak, inanmak, itimat etmek.
We look to you for help/to help us: Bize yardım edeceğinize güveniyoruz. (d)
look to it that: … de emin olmak, kanaat getirmek, kesinleştirmek, sağlama bağlamak, tahkik etmek, içyüzünü anlamak, (e)
look to one's laurels: elinden geleni yap(tır)mak, en iyi şekilde yapılmasını sağlamak.
birinden destek beklemek
Fiil
birinden yardım beklemek
Fiil
(a) yukarıya bakmak, başını kaldırmak, (b)
k.d. iyileşmek, düzelmek, iyiye doğru gitmek.
The trade should look up later in the year.
Things are looking up: İşler düzeliyor. (c)
look up to someone (as …): Birisine (… olarak) hürmet/saygı göstermek.
They all look up to him as their leader. (d) ara(ştır)mak, (sözlüğe vb.) bakmak.
to look up the word in the dictionary. look up the phone number in the directory. (e)
k.d. yoklamak, ziyaret etmek.
look someone up: birisini gidip görmek/ziyaret etmek.
Do look me up next time you're in London. (f)
den. rüzgâr uygun yönden esince gemi) menzile doğru yol almak, menzile yönelmek.
bir ibareyi bulup okumak
Fiil
bir referansa bakmak
Fiil
birşeyden başını kaldırıp bakmak
Fiil
bakışlarını birşeyden yukarı yöneltmek
Fiil
(a)
look on ile ayni anlama gelir. saymak, telâkki etmek, addetmek, … gözü ile bakmak.
to look upon gambling as a sin. (b) hayran kalmak, hayranlıkla/takdirle bakmak/seyretmek.
to look upon a beautiful picture.
nice to look upon: güzel, cazip.
(a) iyi/uygun/elverişli/müasit/münasip görünmek, yakışmak.
Does this hat look well on me? (b)
(şahıs) yakışıklı görünmek.
He looks well in naval uniform. (c) sıhhatli/keyifli gözükmek.
işten anlar gibi görünmek.
bir fırsat elde etmek
Fiil
hep ilerleme kaydetmek
Fiil
gittikçe daha başarılı olmak
Fiil