1. çok, fazla, ziyade, hayli.
    I haven't much time: Fazla zamanım yok.
    He hasn't got much money:
    Çok parası yok.
    She hasn't got much interest in cooking: Yemek pişirmeye karşı fazla ilgisi yok.
  2. çok (miktarda) şey.
    much of this is not true: Bunun çoğu doğru değildir.
    much still remains
    to be done: Daha yapılacak çok şey var.
    He gave away much: Çok şey feda etti.
  3. önemli şey/husus.
    Was not much to look at: Seyretmeye değer fazla bir şey yoktu.
    much happened
    while you were away: Sen yokken çok/önemli şeyler oldu.
  4. ziyadesiyle, fazlasıyla, (pek) çok, son derece, pek fazla/ziyade.
    Thank you very much: Çok teşekkür
    ederim.
    He was much surprised: Ziyadesiyle hayret etti.
    much more easily: çok daha kolay (bir şekilde).
    much bigger: çok daha büyük.
    much worse: çok daha fena.
  5. takriben, aşağı yukarı, hemen hemen.
    to come much the same conclusion: hemen hemen aynı sonuca/hükme
    varmak.
    It is pretty much the same thing: Hemen hemen aynı şey.
  6. sık sık, çoğu kez, çoğu zaman, ekseriya.
    She doesn't go out much: Sık sık dışarı gitmez.
    Do
    you go there much: Oraya sık sık gider misiniz?
işi başından aşmak, yapacak dünya kadar işi olmak.
tasarrufundan belli bir miktarını ayırmak Fiil
kendini zorlamak Fiil
kuvvetine fazla güvenmek Fiil
ifratı kesmek Fiil
belleğine aşırı derecede güvenmek Fiil
bir o kadar
fazla şey talep etmek Fiil
aşırı talepte bulunmak Fiil
patlamak Fiil
fazla kaçırmak Fiil
pek çok
öylesine
bir buçuk katı/misli.
He earns half as much as you: Seninkinin bir buçuk katı kazanıyor.
içkiyi fazla kaçırmak, (zilzurna) sarhoş olmak.
içkiyi fazla kaçırmak Fiil
her ne kadar.
bunun böyle olacağını biliyordum
Bunu bekliyordum, zaten bundan şüphelenmiştim, ben de öyle tahmin ediyordum.
So they found out he's
been cheating. I thought as much.
fazla para getirmek mez
önemli bir başarı elde edememek Fiil
pek önemli olmamak Fiil
pek değerli olmamak Fiil
değersiz olmak Fiil
önemsiz olmak Fiil
fazla işe yaramamak Fiil
fiyatı yüksek olmamak Fiil
ucuz olmak Fiil
pahalı olmamak Fiil
pek bir işe yaramamak Fiil
çok tatmin edici değil
pek iyi değil.
This film's not up to much, although the actors are good: Artistler iyi ama film pek bir şeye benzemiyor.
çok az, pek … yok.
“Anything interesting happening?” “ No, nothing much.” İlginç bir şey var mı? Pek bir şey yok.
iki katını ödemek Fiil
hemen hemen (aynı), aşağı yukarı.
I told him pretty much what you just told me: Senin bana söylediklerini
hemen hemen aynen ona söyledim.
aşırı genelleme yapmak Fiil
o kadar, öylesine.
so much for that! bunun için bu kadar yeter! vesselam!
So much for his French!:
Onun Fransızcası da bu kadar!
I regard it as so much lost time: Ben bunu kaybolmuş zaman sayarım.
şunca
anca
bu kadar
şunca
şu kadar.
I'll say this much: he's a good worker: Şu kadarını söyleyeyim: çalışkan bir kişidir.

This much is certain that: Şurası muhakkak ki …
bu kadarı, şurası.
thus much is certain that: şurası muhakkak ki.
ezan okumak (argo) Fiil
çok
fazladan
gırla
fazla
çok fazla
tahammül edilemez
pek
ne kadar olduğunu hesaplamak Fiil
fiyasko, neticesiz tartışma.
ne de, hele … hiç, … şöyle dursun. (olumsuz bir tümceyi izleyen tümceyi daha da olumsuz yapar).
He
can't speak Turkish, still less English: İngilizce şöyle dursun Türkçeyi bile konuşamaz (Türkçe konuşamaz, hele İngilizce hiç konuşamaz).
It was not a merely scientific interest, even less was it a political one: Sırf bilimsel bir ilgi olmadığı gibi, siyasî bir ilgi hiç değildi.
gözde
tıpkı, aynı, farksız, eşdeğer.
It's much of a muchness: Ha o, ha bu, farketmez/hepsi bir (Ha Hoca Ali, ha Ali Hoca!).
hemen hemen aynı
aşırı, haddinden fazla.
It's much too cold: Haddinden fazla soğuk.
yolda trafik sıkışıklığı
yolda trafik sıkışıklığı
takdir et(me)mek, kıymet/değer ver(me)mek.
I don't think much of his ideas: Onun fikirlerine kıymet vermem.
çok tartışılan bir konu
uzun uzun hesapladıktan sonra
uzun müzakerelerden sonra
uzun müzakerelerden sonra
iki misli/katı.
She earns as much again as I do: O, benim kazandığımın iki katını kazanıyor.
as
large again: iki misli büyük.
He is as old again as Mary is: O, Mary'den iki misli yaşlıdır.
bir o kadar daha, iki misli.
… kadar, … gibi, sanki … .
He looked at me as much as to say … : … demek ister gibi yüzüme baktı.

It's as much as saying he is a liar: Bu ona yalancı demek gibi bir şey.
I love you as much as I love your brother: Kardeşini sevdiğim kadar seni de seviyorum.
elinden geldiği/gücünün yettiği kadar, mümkün mertebe, imkân nisbetinde.
kabil olduğu kadar
aceleci davranmak Fiil
duman attırmak Fiil
çok rağbet görmek Fiil
...'e çok daha isteksiz olmak Fiil
...'e çok daha istekli olmak Fiil
haberlerin büyük etkisinde kalmak Fiil
birbirine çok benzemek Fiil
bir şeye çok kızmak
günün konusu olmak Fiil
ön planda olmak Fiil
işleklik
terletmek Fiil
birçok yeni şey ortaya çıkarmak Fiil
gemiciliğe büyük zararı dokunmak Fiil
birinden yapabileceğinden fazlasını beklemek Fiil
birinden çok fazla şey beklemek Fiil
bir şeye fazla zaman harcamak Fiil
...'in büyük bir kısmı için Zarf
...'in büyük bir kısmında Zarf
uzun çalışma sonucu elde edilen şey
büyük eleştirilere neden olmak Fiil
birini büyük zahmete sokmak Fiil
çok sıkıntılı zamanlar geçirmiş olmak Fiil
çok sıkıntı çekmiş olmak Fiil
kaybedecek çok şey olmak Fiil
elinde çok işi olmak Fiil
gelişmeden kalmış olmak Fiil
emektar olmak Fiil
uzun süre silah altında hizmet etmiş olmak Fiil
el de çok parası olmak Fiil
elde çok parası olmak Fiil
hemen hemen aynı
yaptığı iş pek mükemmel değil
Kaça maloldu?
... kaça malolur?
kaçar
... ne kadar?
... kaç para?
Kaç para?
Ne kadar?
ne kadar tuttu
... kaça malolur?
Kaç para?
Ne kadar?
bir yaşına daha girmek Fiil
aralarında pek benzer taraf göremiyorum
Çok dert etmedim. Cümle
Çok da önemsemedim. Cümle
Fazla üzerinde durmadım. Cümle
Fazla kafama takmadım. Cümle
Pek ciddiye almadım. Cümle
Pek ciddiye almadım. Cümle
Çok da önemsemedim. Cümle
Fazla üzerinde durmadım. Cümle
dışarı çıkmayı canım pek çekmiyor
Hiç düşünmemiştim.
çok masrafa mal olmak Fiil
çok masrafa mal olmak Fiil
çekmek Fiil
bir at üzerine filan miktar oynamak Fiil
daha yapılması gereken birçok şey olmak Fiil
(a) çok önem/değer vermek, (b) fazla bir şey anlamak/elde etmek/kazanmak, manâ çıkarmak.
I couldn't
make much of that new book of his: Onun yeni kitabından pek bir şey anlayamadım.
(bir şeye) çok önem vermek/hiç önem vermemek.
fazla fark etmemek Fiil
gürültüye boğmak Fiil
pek konuşmamak Fiil
değersiz, yararsız, değmez.
I wish I've not come to this dance, it's not much cop.
beyhude, yararsız, faydasız, gereksiz, lüzumsuz.
It's no good talking to him, because he never listens.
A car's not much good to me, I can't drive.
-den fazla değil.
He is no more German than I am: Kim demiş onu Alman diye?
“I can't understand
it.” “No more can I.” “Bunu anlamıyorum. ” “Benden de al, o kadar.”
iyi/uygun/münasip değil.
It's not much of a day for a walk: Yürüyüş için pek uygun bir hava değil.

He's not much of a doctor: Pek iyi bir doktor değildir (Doktorluğu nafile; beş para etmez).
pek ihtiyaç duyulmamakta
birini gözü tutmamak Fiil
birinden pek hoşlanmamak Fiil
birinden fazla hoşlanmamak Fiil
pek inandırıcı olmamak Fiil
fazla bir şey fark etmemek Fiil
pek acelesi olmamak Fiil
pek ümit verici görünmemek Fiil
fazla yer işgal etmek Fiil
şekle fazla bağlı kalmak Fiil
bir şey için çok ödemek Fiil
bilgiçlik etmek Fiil
epey olumsuz eleştiri almak Fiil
… kadar, … gibi, sanki … .
He looked at me as much as to say … : … demek ister gibi yüzüme baktı.

It's as much as saying he is a liar: Bu ona yalancı demek gibi bir şey.
I love you as much as I love your brother: Kardeşini sevdiğim kadar seni de seviyorum.
hattâ, … bile.
He just left without so much as saying goodbye: Allaha ısmarladık bile demeden çekip gitti.
… bile.
He didn't so much as ask me to sit down: Bana otur bile demedi.
… değil, … şöyle dursun, …'den ziyade.
I don't so much dislike him as hate him: Ondan hoşlanmamaktan
ziyade nefret ediyorum (Hoşlanmamak şöyle dursun, ondan nefret ediyorum).
bu iş burada biter, bu konu için bu kadar yeter, bu iş/düşünce böylece suya düştü.
Now it's started
raining; so much for my idea of taking a walk: İşte yağmur başladı, benim yürüyüş yapma düşüncem de suya düştü.
So much for your promise: Nerede kaldı verdiğin söz!
So much for this problem, now for the next: Bu soru üzerinde yeteri kadar durduk, şimdi ötekine geçelim.
So much for his friendship: Onun arkadaşlığı bukadarmış (Ondan başka ne beklenir?).
öylesine … ki, o derecede … ki.
hattâ öyle ki, öylesine/o dereceye kadar ki.
! Daha iyi ya! İsabet!
daha fena ya
birinin maaşından falan miktar kesmek Fiil
çok gerekli bir ihtiyacı karşılamak Fiil
aşırı zahmete girmek Fiil
bir konuşmaya sürekli katılmak Fiil
bir fiyattan falan miktar indirmek Fiil
çok işe girişmek Fiil
fazla yer tutmak Fiil
çok sevmek/hoşlanmak.
I don't think much of that: O hiç hoşuma gitmez.
(a) kendini beğenmek, (b) hep kendini düşünmek.
bu kadarı doğru
… için fazla/ağır.
Climbing the smallest hill is too much for her since her illness: Hastalığından
beri en küçük bir yokuş çıkmak bile ona fazla geliyor.
haddinden fazla.
That's a bit too much af a good thing: Bu kadarı da biraz fazla.
One can have
too much of a good thing: İyi ve nefis şeye doyum olmaz.
You can't have too much of a good thing: Fazla mal göz çıkarmaz.
kabul edilmeyecek derecede çok
iki misil slii para
birinin maaşından filan miktar kesmek Fiil
birinin maaşından falan miktar kesmek Fiil
birinin ücretinden filan miktar kesinti yapmak Fiil
çok fazla ayrıntıya girmeden Zarf
çok fazla ayrıntıya girmeksizin Zarf
aşınma ve yıpranma payı olarak falan miktarı düşmek Fiil