1. (a) sıfatıyla, … olmak hasebiyle.
    The officer of law, as such, is entitled to respect: Kanun adamına,
    bu sıfatla (bu sıfatından dolayı) hürmet etmek gerekir. (b) aslında.
    The position, as such, does not appeal him; but the salary is a lure: Aslında makam pek hoşuna gitmiyor, fakat maaş çekicidir.
  2. sadece, bu sıfatla, bu itibarla, böyle olmak sıfatıyla, haddi zatında.
    I am a doctor, and as such,
    must refuse to do this: Ben bir doktorum, bu sıfatla/itibarla bunu yapamam.
    Latin, as such, is not very useful, but as one of the sources of English it is important: Lâtince haddi zatında o kadar yararlı değildir, fakat İngilizcenin kaynaklarından biri olarak önem taşır.
çakı gibi bir şeyin var mı ?
... gibi konularda Zarf
... gibi konularda Zarf
... gibi konularda Zarf
gibi, örneğin, meselâ.
There are no such things as fairies: Peri diye bir şey yoktur.
such
people = people such as these: bu gibiler, böyle kimseler.
until such time as: -inceye kadar.
olduğu gibi, her nasılsa, pek iyi değilse de.
The food, such as it is, is abundant: Yiyecek pek iyi değilse de boldur.
... diye birşey yok.
Reklamın kötüsü olmaz. Cümle, Reklamcılık
... olacak şekilde Zarf