saçak, püskül. The chesterfield had a fringe along the bottom edge.
kâkül, perçem. A fringe of hair over her forehead. The girl wore her hair in a fringe: Kız, saçını kâkül yapmıştı.
(bitki) püskül, demet. a fringe of grass along the sidewalk.
(hayvanda) kâküle benzer uzun tüy. The dog had long ears with a silky fringe to them.
kenar, çevre, etraf, kıyı. He had a little house on the fringes of the forest.
yan, kanat, siyasî bir topluluğa gevşek bağlarla bağlı grup, bir bütünün özelliklerinden bir kısmını DEVAMINI OKU
taşıyan ve bazı hallerde kolayca ayrılabilen dağınık kütleler/topluluklar. lunatic fringe of a party: bir partinin aşırı kanadı. He belongs to the radical fringe of the labor movement. GİZLE