bir şeyi kendi görevi saymak
Fiil
emeksiz yemek, her şeyi havadan beklemek, zahmetini/sıkıntısını çekmeden bir sonuca ulaşmak, her güzellik
bir arada olmak.
You spend all your money on beer and then complain about being poor, but you can't expect to have your cake and eat it (too), you know: Hem bütün paranı içkiye (biraya) harcıyor, hem de fakirlikten yakınıyorsun. Herşeyi havadan bekleyemezsin.
kıyabilmek, içi götürmek, … derecede insafsız olmak.
How can you find it in your heart to beat that child?
emeksiz yemek, her şeyi havadan beklemek, zahmetini/sıkıntısını çekmeden bir sonuca ulaşmak, her güzellik
bir arada olmak.
You spend all your money on beer and then complain about being poor, but you can't expect to have your cake and eat it (too), you know: Hem bütün paranı içkiye (biraya) harcıyor, hem de fakirlikten yakınıyorsun. Herşeyi havadan bekleyemezsin.
Allah bilir. (Allahtan başka) kimse bilemez.
Kendi iyiliğin için.
Cümle, Deyim
Senin iyiliğin için.
Cümle, Deyim
bir işi kendi işi saymak
Fiil
işi kendi işi saymak
Fiil
bir şeyi gaye edinmek
Fiil
kıyamamak, cesaret edememek, içi götürmemek, yüzü olmamak.
No one had the heart to tell him he was through as an actor.
işe yarasın yaramasın fikrini söylemek
Fiil
itibarını borçlu olmak
Fiil
bildiği/istediği gibi yapmak, canının istediğini yapmak.
pot kırmak, gaf yapmak, çam devirmek.
bütün hayatını ona bağlamak
Fiil
Sen bu işe burnunu sokma!
Cümle, Deyim
Sen karışma!
Cümle, Deyim
(bir şey yapmak) aklına esmek.
öfkesini karısından çıkarmak
Fiil
birisinin söylediklerine inanmak.
take my word for it! sözüme inan!
tüymek, uzaklaşmak, tabanları yağlamak.
The only witness had beat it by the time the police arrived.
Now then, beat it: Haydi bakalım, çek arabanı! Defol!
vurulmak, öl(dürül)mek, (savaşta) vurularak ölmek.
He bought it at Gelibolu. I'll buy it:
Cevabını bilmiyorum, sen (siz) söyle(yiniz).
azar işitmek, zılgıtı/paparayı yemek.
You'll catch it! Paparayı yiyeceksin!
You better hury home; you'll catch it from mother if you're late.
belaya çatmak, başı derde girmek.
(a) dikkat et! (b) kaç! tüy! bırak! çekil!
sükûnet bulmak, sakin olmak, öfkesi geçmek, yatışmak.
başı dertte olmak, belaya çatmak, başı belaya girmek.
You'll cop it if mother catches you in the kitchen again.
If you're late you'll cop it: Geç kalırsan görürsün gününü.
çok az gayret sarfetmek, az çaba ile yapmak.
sorumlu, başı dertte.
to be for it: sorumlu olmak, başı derde girmek.
You'll be for it if your father finds out you've not been to school for 3 days.
(a) azarlanmak, cezalanmak, cezaya çarp(tırıl)mak.
I'll get it if I'm late. (b) anlamak.
(a) (uygunsuzca/usulsüzce/çılgınca) davranmak, (b) meşgul olmak, (c) idare etmek, (d) atılmak, hızlı
gitmek.
go it alone: kendi kendine (yardıma ihtiyaç kalmadan) yapmak, kendiliğinden harekete geçmek.
If no one can help, I'll go it alone.
(a) talih/şans/kader icabı, talihe bakın ki.
As luck would have it, we missed the train: Talihsizliğe
bakın ki treni kaçırdık. (b) (üstünlük/zafer vb.) kazanmak.
The ayes have it: Lehte oy kullananlar kazandı. (c) cezalandırmak, canına okumak.
If he catches you, he'll let you have it. (d) keşfetmek, (çözümünü/cevabını) bulmak.
Eureka! I have it! (e)
k.d. (söylenen durumda) bulunmak.
He never had it so good!.
! kımıldama! davranma! öylece dur!
yaya yolculuk yapmak
Fiil
tüymek, gitmek, uzaklaşmak.
hop it! Çek arabanı! Git! Defol!
herhangi bir şeyi başlatmak
Fiil
bir alışkanlıktan kurtulmak
Fiil
bir taşıt aracını durdurmak
Fiil
(a) başarmak, muvaffak olmak, (gayeye/hedefe) ulaşmak/erişmek/yetişmek, kazanmak.
to make it through college. to make it to the train. (b)
make it with …
kaba … ile cinsel ilişkide bulunmak, sikmek.
Bill says he has made it with Sue.
yavaş yavaş/tedricen (çok az masrafla) istediğini elde etmek, gayesine ulaşmak.
çok çalışmak, fazla spor yapmak.
I've been rather overdoing it lately, I need a holiday.
pig ile ayni anlama gelir. sıkışık bir halde pis/izbe /ahır gibi yerde yaşamak.
pig together:
aynı odayı paylaşmak, bir odada yatıp kalkmak.
birine hoş olmayan bir şeyi yaptırmak
Fiil
meşakkate/sıkıntıya katlanmak, rahatını feda etmek.
The boys will have to rough it at camp.
işin içinden kendini sıyırmak
Fiil
(a) anlamak.
I take it that you're not interested. (b)
argo katlanmak, dayanmak, (c) kabullenmek,
kabul etmek, razı olmak.
I'll take it on your say-so: Dediğini aynen kabul ediyorum.
take it into one's head to do something: bir şey yapmayı aklına koymak.
iyi bir fikir olmadığına karar vermek
Fiil
özel muamele istemek
Fiil
üstüne bir bardak su içmek
Fiil
It's been long time: Uzun zaman geçti. It's rained: Yağmur yağdı.
(o … dur).
It's snowing. It's very interesting.
=
it will, it shall.
It'll rain: Yağmur yağacak.
Sıfat
Tüüü! Allah kahretsin! Allah müstahakını/belasını versin!
bugger it! I missed my train. bugger the lot of you! Go away at once! Topunuzun Allah belasını versin! Derhal defolun!
konuyu kararlaştırılmış saymak
Fiil
beraberlik ilan etmek
Fiil
beraberliği kabul etmek
Fiil
(Hay) Allah belasını/müstahakını versin! Kahrol! lânet olsun!
vah vah! tüh! vay canına!
dash it, I've lost again!
sonuçlanana dek mücadele etmek
Fiil
bir şeyden cezasız paçasını kurtarmak
Fiil
hayatını düzene sokmak
Fiil
pireyi gözünden vurmak
Fiil
tam isabet kaydetmek
Fiil
deneyim gereği bilmek
Fiil
ister istemez katlanacaksın
birşeyde başarılı olmak
Fiil
biriyle cinsel ilişkiye girmek
Fiil
başka türlü ifade etmek
Fiil
olay ya da sorun çıkartmak
Fiil
(kâğıt oyunu) küçük kâğıt atmak
Fiil
olduğu gibi söylemek, gerçeği anlatmak.
gerekli olduğunu düşünmek
Fiil
(giyinişi/düşünüşü/davranışı) zamana uygun, modern.
be with it: zamana/modaya uymak, şık giyinmek.
Söylenenlere bakılırsa, ...