blood

  1. kan.
    to shed/spill blood: kan dökmek.
    without shedding of blood: kan dökmeden.
    to spit
    blood: kan tükürmek.
    blood pressure: kan basıncı, tansiyon.
    to have high blood pressure: tansiyonu yüksek olmak.
  2. hayat/yaşam ilkesi,
    mec. ilik.
    The excitement had got into the very blood of the nation:
    Heyecan milletin ta iliklerine işledi.
  3. canlılık, hayatiyet.
    It's time we get some new blood in this company: Bu şirkete biraz canlılık verme zamanıdır.
  4. katil, cinayet, kan dökme.
    to avenge the blood of his father: babasının katlinin öcünü almak.
  5. özsu, bitki veya meyvenin suyu.
    the blood of the grape: üzümün suyu.
  6. mizaç, tabiat, huy.
    a person of hot blood: ateşin tabiatli bir kimse.
    The blood rushed to his
    face: Öfkeden kıpkırmızı oldu (Kan tepesine fırladı).
  7. soy, nesep.
    related by blood: akraba, hısım.
    They are near in blood: Yakın akrabadırlar.

    It runs in the blood: Soyunda vardır.
    Poetry runs in their blood: Şairlik soylarında var.
    blood will tell: Asalet bellidir.
    blood is thicker than water: Kan bağı her şeyden daha kuvvetlidir/akraba yabancıdan önce gelir (akraba kayırma vb. için kullanılır).
  8. serüvenci, maceraperest, havaî genç.
    The young bloods of our times: Zamanımızın serüvenci gençleri.
  9. av köpeğini kana alıştırmak.
tansiyon Noun, Medicine
kan basıncı Noun, Medicine
kan sulandırıcı Noun, Pharmacology
antikoagülan Noun, Pharmacology
antikoagülan ilaç Noun, Pharmacology
kan sulandırıcı ilaç Noun, Pharmacology
pıhtılaşmayı önleyen madde Noun, Pharmacology
kan deryası Noun
kansız Adjective
hacamat Noun
kan uyuşmazlığı Noun, Medicine
Rh uyuşmazlığı Noun, Medicine
damarın patlaması Noun, Medicine
damarda yırtılma Noun, Medicine
damar yırtılması Noun, Medicine
korku ve dehşet vermek, kanını dondurmak, (korku ve dehşetten) tüylerini ürpertmek.
enough to curdle
one's blood: tüylerini ürpertecek kadar.
(korkudan) donakalmak, çok korkmak, dehşete kapılmak.
freeze the blood (in one's veins): tüylerini
ürpertmek, dehşet içinde bırakmak.
kanı beynine çıkmak, çok kızmak, köpürmek, tepesi atmak.
The injustice of any sort always gets my
blood up: Ne türlü olursa olsun, haksızlığa çok kızarım.
cinayetle suçlandırılmak.
Though a criminal, he had no blood on his hand: Sabıkalıdır amma, bu
cinayetle ilgisi yok.
His blood will be on your head: Ölümünden sen sorumlu tutulursun/Vebali senin boynuna.
yüksek tansiyon Noun, Medicine
yüksek kan basıncı Noun, Medicine
kanında var
kişiliğinde var
kayın hısımlığı Noun, Civil Law
düşük tansiyon Noun, Medicine
düşük kan basıncı Noun, Medicine
tepesi atmak, sabrı tükenmek/taşmak, kan beynine fırlamak.
Such carelessness made his blood boil:
Böylesine dikkasizlik sabrını taşırdı.
It makes my blood boil: Tepem atıyor.
insanın kanını dondurmak Verb
korkudan donakalmak/eli ayağı buz kesilmek, tüyleri diken diken olmak.
The dark deserted street in
that unfamiliar neighborhood made her blood run cold.
kendi canı kanı
yakın akrabalar Noun
kendi canı kanı
kendi eti kemiği (kanı
tansiyon bakmak Verb
(a) heyecanlandırmak, sevindirmek, (b) ısıtmak.
kanla bağlı
düşmanlık, husumet, adavet.
to have bad blood between … : arada düşmanlık/husumet olmak.
kin, düşmanlık, husumet.
There is bad blood between them: Aralarında düşmanlık var.
to cause
bad blood: aralarını bozmak, birbirine düşman etmek.
kana susamak,
mec. çok öfkeli olmak, öfkesinden yanına yanaşılmamak.
soylu, asil, aristokrat.
asil kan, soyluluk, asalet. Noun
aristokrat, soylu/asil kişi. Noun
şerefsizlik
mirasçı olma ve mirasçılarına miras bırakma hakkını kaybetmesini doğuran durum
haysiyetsizlik
ağır cürüm veya ikamet suçlamalarından biri ile mahkûmiyet sonucunda bir şahsın mal ve mülk sahibi olma
korku ve dehşet vermek, kanını dondurmak, (korku ve dehşetten) tüylerini ürpertmek.
enough to curdle
one's blood: tüylerini ürpertecek kadar.
kansızlık
kan bozukluğu
kan bağışlamak Verb
kırmızı sakız: eskiden hekimlikte, şimdi ise vernik yapmakta kullanılan ve özellikle Malezya hezaren
palmiyesinden elde edilen koyu kırmızı bir cins sakız.
Noun
kan almak, kanatmak.
nesil, soy, zürriyet, evlât, yakın akraba, kan ve can.
one's own flesh and blood: bir kimsenin
öz evlâdı (kanı ve canı).
I must help them because they are my own flesh and blood: Onlara yardım etmeliyim, zira onlar benim akrabamdır.
Noun
insan, beşer, can, varlık.
more than flesh and blood can endure: insanın dayanamayacağı kadar,
beşer tahammülünün üstünde.
It's more than flesh and blood can stand: Buna can dayanmaz.
Noun
insanın kanını dondurmak Verb
(bir kuruma/işe alınan) taze/yeni/genç elemanlar.
öz (akraba), üvey olmayan. Adjective
kan vermek Verb, Medicine
üveylik. Noun
can, hayat.
I'd give my heart's blood to help him: Ona yardım için canımı bile esirgemem. Noun
murisle olan kan hısımlığı nedeniyle mirasçılar
kin, düşmanlık, husumet.
There is bad blood between them: Aralarında düşmanlık var.
to cause
bad blood: aralarını bozmak, birbirine düşman etmek.
bile bile, kasten, taammüden, merhametsizce, hunharca.
to commit a crime in cold blood: taammüden
adam öldürmek.
The dictator, in cold blood, ordered the execution of all his opponents.
kasten, taammüden, bile bile, merhametsizce, hunharca.
kanuni mirasçı
kan akıtmak Verb
canlılık
hayat enerjisi
kan kaybetmek Verb
ana ve babası aynı ırk veya millete ait olan kimse
kan hısmı
taze kan
kan akrabası Noun
oksijenlenmiş kan Noun, Medicine
oksijenli kan Noun, Medicine
melez kişi
kan gölü
kan kifayetsizliği
kan akrabalığı
saf kan
kan ile bağlı
kan akrabaları Noun
kan akrabaları Noun
kan akrabası Noun
ailede olmak Verb
kan dökmek Verb
kan tükürmek Verb
kanı harekete getirmek Verb
kan akrabası olmayan
(a) pek çok çalışmak, büyük baskı altında olmak, imanı gevremek, anası ağlamak, canına okunmak, (b) ecel
terleri dökmek, büyük endişe/üzüntü/korku içinde olmak.
He was sweating blood while she was in the operating room.
(a) çok sıkı çalışmak, ter dökmek.
He sweated blood to finish his project on time. (b) ecel teri
dökmek, üzüntü ve endişe ile beklemek.
The engine of the airplane stopped and the pilot sweated blood as he glided to a safe landing.
tadını almak, (genellikle vahşiyane, kırıcı, yıkıcı bir iş yapmak için) iştahlanmak, coşmak.
Once
the team had tasted blood, there was no preventing them from winning by a wide margin.
kan bağları Noun
kan bağları Noun
kan izi
kan nakli
kirli/kara kan.
(a) bütün kan, şişe kanı: içinden hiçbir madde çıkarılmadan başkasına nakledilen kan, (b) öz, aynı anne-babadan.
gençlik, genç fikirler, gençlerin tutumu/eylemi. Noun
kan bankası. Noun
kan bankası Noun, Medicine
kıyım, katliam, toptan öldürme, kılıçtan geçirme. Noun
kan bağı
kardeş, birader. Noun
yakın/samimî arkadaş. Noun
birbirinden ayrılmayan iki şey/koşul/durumdan biri, bir şeyin zarurî sonucu.
Humility is often the
blood brother of incompetence: Beceriksizliğin sonu ekseriya mahcubiyettir.
Noun
kankardeşi. Noun
kan gözesi/hücresi. Noun
yazılı izin
kan deveranı
kan dolaşımı
pıhtı Noun, Medicine
kan pıhtısı Noun, Medicine
kan gözesi/hücresi. Noun
kan sayımı: belirli hacimdeki kanda bulunan al ve akyuvarların sayısı. Noun
kan kültürü testi Noun, Medicine
kan kültürü Noun, Medicine
kan bağışı
kan veren
kan bağışlayan
kan davası Noun, Sociology
kan gütme
kan akışı Noun, Physiology
kan şekeri Noun, Medicine
kan şekeri Noun, Medicine
kan şekeri Noun, Medicine
kan grubu. Noun
type ile ayni anlama gelir. kan grubu.
kan sıcaklığı: sağlıklı bir insan kanının sıcaklığı: 37°C veya 98.7°F. Noun
kan uyuşmazlığı Noun, Medicine
Rh uyuşmazlığı Noun, Medicine
hacamat
kan alma
kan akıtma
kan kaybı Noun, Medicine
kan parası: kiralık katile ödenen para. Noun
diyet: öldürülen kimsenin ailesine ödenen tazminat. Noun
bir katili ihbar edene verilen ödül. Noun
kan tablosu Noun
kan-sıvı: insan kanının sıvı kısmı. Noun
kan plazması Noun, Medicine
pıhtı-göze: memelilerin kanında bulunan ve pıhtılaşmayı sağlayan küçük cisimler. Noun
kan zehirlenmesi: kana geçen zehirleyici madde veya mikroorganizmaların sebep olduğu titreme, terleme,
ateş, dermansızlık şeklinde görülen patolojik durum.
Noun
tansiyon aleti Noun, Medical Equipment
kan ürünü Medicine
kan ürünü Noun, Medicine
kan ürünleri Noun
kan sucuğu: çok miktarda kan, bilhassa domuz kanı, domuz yağı ve kıyılmış soğan içeren koyu renkli sucuk. Noun
toplu idam, kütle halinde idam: isyan veya vatana ihanetten suçlu olanların hep birlikte idamı. Noun
hısım, akraba. Noun
kan bağı Noun
kan bağı
kan akrabalığı
kan hısımlığı
hısım, akraba. Noun
kral sülâlesi/soyu. a prince of the blood royal. Noun
kan sucuğu: çok miktarda kan, bilhassa domuz kanı, domuz yağı ve kıyılmış soğan içeren koyu renkli sucuk. Noun
kansu.
serum ile ayni anlama gelir. Noun
spavin
kanlı spor: avcılık, boğa güreşi gibi kan dökücü spor. Noun
kan dolaşımı
tefeci
kan emici
kandaki şeker/glükoz. Noun
kandaki glükoz yüzdesi(nin laboratuarda ölçülmesi). Noun
kan şekeri Noun, Medicine
kandaki glikoz seviyesi Noun, Medicine
kan şekeri Noun, Medicine
kan şekeri Noun, Medicine
kan muayenesi. Noun
kan aktarımı/nakli/verilmesi. Noun
kan nakli Noun, Medicine
kan transfüzyonu Noun, Medicine
kan grubu. Noun
blood group
kan damarı. Noun
kanlanmak Verb
kan bağı veya evlilik yoluyla Adverb, Law
kan dolaşımı bozukluğu
açlık kan şekeri Noun, Medicine
Coştu, öfkelendi, kanı beynine sıçradı.
delikanlılık ateşi
kan ım beynime hücüm etti
kan ım dondu
alyuvar. Noun