dizboyu derinliğinde olan
(US) bir grup sivilin içinde casus olarak kullanılmak üzere bir subayın kıyafet değiştirmesi
Durgun sular derin olur. (Derin düşünen insanlar çok konuşmaz).
Adjective
enginler, deniz, derya, umman.
çok faiz ödeyen sabit faiz oranlı menkul kıymet
nominal değerinden yaklaşık yüzde yirmisi kadar iskontolu satılan tahvil
kalbimin derinliklerinde
Adverb
kalbimin (en) derinlerinde
Adverb
(yiyeceklerin kızartıldığı) kızgın yağ.
Noun
dalgın, kendini tamamen vermiş, bütün düşüncesini bir şey üzerinde toplamış (başka şeyin farkında değil).
Adposition
içten öpüş, dilleri birbirine sürterek öpme
Noun
enine boyuna düşünülmüş planlar
Noun
derin kaygı çizgileri
Noun
derin kaygı çizgileri
Noun
derin cep
Noun, Competition Law
tali şirket kendi sektöründeki bağımsızlarla rekabet edebilmek için ana şirketten daha fazla kaynak çekebilir
bazı tali şirketlerin aynı büyüklükteki bağımsız bir şirketten daha çok fon harcadığı kuramı
derin cepler (büyük nakit yedekler ve onları kullanma istekliliği
derin deniz deşarj sistemi
kaldırılması güç veya olanaksız
kesinlikle reddetme, kat'î red.
They gave his ideas the deep six.
Noun
ABD'nin güney (özellikle Meksika Körfezine sahili olan) eyaletleri.
Noun
derin devlet
Noun, Politics-Intl. Relations
derin yapı: üretici-dönüşümsel dilbilgisinde, sözdizimsel bileşende elde edilen, evrensel nitelikli olduğu
varsayılan, biçimsel, soyut tümce yapısı.
Noun
sarp vadi
Noun, Geography
(işin) en zor kısmı(nda).
to be at the end of one's tether: çaresiz kalmak, çaresizlikten kıvranmak.
(piyasanın) kriz içinde olmak
Verb
müşkül durumda olmak
Verb
birinin anlayamayacağı düzeyde olmak
Verb
iki tehlike arasında, çaresizlik içinde, (aşağı tükürsem sakalım, yukarı tükürsem bıyığım).
üstesinden gelemeyeceği zor işlere bulaşmak
Verb
birdenbire kızmak/öfkelenmek/parlamak, tepesi atmak, çileden çıkmak.
(a) çileden çıkmak, tepesi atmak, çok kızmak/öfkelenmek, (b) kendini zor duruma sokmak, düşünmeden ileri
atılmak, (c) duygusal kontrolu kaybetmek, intihar etmek.
başı dertte, şaşkınlık içinde.
He's been in deep water ever since he got fired from his job.
başı dertte, sıkıntılı/müşkül durumda.
in smooth water Brit.- argo (gaileden sonra) dertsiz,
pürüzsüz, meselesiz, gailesiz, yolunda.
in low water:
Brit.- argo parasız, meteliksiz.
kış ortasında.
the deep of winter: karakış.
deep into the night: gecenin ilerlemiş saatlerinde,
gecenin geç vaktinde.
büyük ilgi ile dinlemek
Verb
(birisini) kemali hürmetle/derin saygı ile selamlamak.
bir konuyu iyiden iyiye araştırmak
Verb
büyük mali sıkıntılara girmek
Verb
düşüncesizce taahhüt altına girmek
Verb
gece yarısına kadar çalışmak
Verb
en zor taraf.
thrown in at the deep end: bir işin zorluklariyle birdenbire (umulmadık bir anda) karşılaşmış.