enough

English-Turkish Translation

  1. yetişir, kâfi, yeter derecede/sayıda/miktarda, yeteri kadar, yetecek kadar, yeter/kâfi miktar(da).
    Buy
    enough food for the picnic. He has enough money to buy a car.
    more than enough: gereğinden çok.
    enough and to spare = enough and more than enough: kâfi ve vafi, yeter de artar bile, ziyadesiyle.
    be enough: yetmek, elvermek, kâfi gelmek.
    I have had enough to eat: Yetecek kadar erzakım vardı.
    Not enough is known about this subject: Bu konuda yeteri kadar bilgimiz yok.
    He didn't run fast enough: Yeteri kadar hızlı koşmadı.
    I have had enough excuses: Yeteri kadar mazeretlerine göz yumdum.
    enough said: Fazla söze ne hacet?
  2. oldukça.
    She cooks well enough: Oldukça iyi yemek pişirir.
    He writes well enough, but …
    : Oldukça iyi yazıyor, fakat …
    She is pretty enough: Oldukça güzeldir.
  3. tamamıyla, kâmilen.
    He is willing enough to take the tip.
  4. … kadar, derecede.
    I was fool enough to believe him. Are you man enough for this dangerous job?
  5. (ünlem olarak) yeter! yetişir! kâfi!
    enough is enough: Yeter artık! İllâllah! Bıktım! Gına geldi!
English-Turkish translations from the Atalay Dictionary, First Edition

English Turkish Phrases

as if this was not enough
bütün bunlar yetmezmiş gibi, bunlar da yetmezmiş gibi, üstüne üstlük Adverb
as if this were not enough
bütün bunlar yetmezmiş gibi, bunlar da yetmezmiş gibi, üstüne üstlük Adverb
do well enough on one's own
kendi başına başa çıkmak Verb
have enough on one's plate
işi başından aşkın olmak Verb
(money) to be enough
çıkışmak Verb
be enough
kifayet etmek Verb
be enough
el vermek Verb
be enough
kâfi gelmek Verb
curiously enough
işin garibi
curiously/addly/strangely enough
garip/şayanı hayrettir ki, işin garibi/tuhafı (şu ki).
He's lived in France for years, but strangely
enough he can't speak a word of French.
fair enough
peki, kabul, uygun, münasip.
“You can stay here overnight.” “That's fair enough.”
fair enough
kabul, mutabıkız, pekâlâ, anlaştık.
funnily enough
işin tuhafı
give someone lob enough
birine yeteri derecede özgürlük tanımak Verb
just enough
kifayet edecek kadar
more than enough
yeter de artar bile.
not enough
idare etmez
odd enough
tuhaf
odd enough
şans eseri olarak
oddly enough
işin tuhaf yanı şu ki
oddly enough
tuhaf
only just enough
başa baş
provide enough
denkleştirmek Verb
sure enough
gerçekten, hakikaten, umulduğu/beklendiği gibi, muhakkak.
sure enough
besbelli, âşikâr, muhakkak, gerçekten, sahiden.
I said he would come and sure enough he did: O
mutlaka gelir dedim, işte geldi.
and sure enough he won the elections: gerçekten de seçimi kazandı.
well enough
oldukça iyi/ memnuniyet verici.
to let well enough alone: işi tadında bırakmak, fazla kurcalamamak.
enough and to spare
yeter de artar bile
enough for (one) evening
akşamlık
enough of something to make so many meals
pişirim pişirimlik
enough to make a cat laugh
çok gülünç/güldürücü/komik, insanı gülmekten bayıltan.
enough to stop a clock
çirkin
enough's enough
yeter artık
(price) to be enough to satisfy the seller
kurtarmak Verb
be enough for
gitmek Verb
be enough for
karşılamak Verb
be enough for the present
şimdilik yetmek Verb
be wise enough to (take care of something in time
akıl etmek Verb
cannot get enough of ...
...'e doymuyor
earn enough to get along
ekmeğini çıkarmak Verb
earn enough to live on
geçinecek kadar kazanmak Verb
Fair enough.
Peki o zaman.
Fair enough.
Pekala.
Fair enough.
Öyle olsun.
get enough of (sth one has wanted
hevesinıalmak Verb
given enough time
yeteri kadar beklenirse Adverb
have enough experience for a position
bir mevki için yeterli deneyim sahibi olmak Verb
have enough of
bıkmak Verb
have enough of sb
birinden bıkmak Verb
have enough of sth
usanmak Verb
have enough to live on
geçinecek kadar imkânları olmak Verb
have had enough of sth
bezginlik gelmek Verb
have just enough to keep body and soul together
kıt kanaat geçinmek Verb
I've had enough of you/him
Senden/ondan bıktım artık; İllâllah, burama geldi.
I've seen enough.
Göreceğimi gördüm.
just enough of something to let one discover its taste
tadımlık
leave well enough alone
fazla üstelememek, fazla üzerine varmamak, fazla zorlamamak, olanla yetinmek.
leave well enough alone
(daha kötüye gitmemesi için) işi olduğu gibi bırakmak, daha fazla kurcalamamak.
leave well enough alone
(yolunda giden bir işe) dokunmamak, kendi haline bırakmak.
let well enough alone
halinden memnun olmak, mevcut durumu değiştirmekten kaçınmak.
let well enough alone
fazla üstelememek, fazla üzerine varmamak, fazla zorlamamak, olanla yetinmek.
not enough pay
yetersiz maaş
not enough room to swing a cat
kıpırdayacak yer yok
not sweet enough to the taste
tatsız
not to have enough time
vakti olmamak Verb
sth which is enough to last for so many times
seferlik
There's not enough room (no room) to swing a cat
(a) kımıldanacak yer yok (çok dar yer), (b) iğne atsan yere düşmez (çok kalabalık).
Throw dirt enough, and some will stick.
Çamur at, izi kalsın. Sentence, Idioms
to give someone enough rope to hang himself
birinin yanlışlarını düzeltmemek, hata yapmasına göz yummak, sonu felakete giden tutumunda serbest bırakmak.

Give him enough rope and he will hang himself: Bırak kendi haline, sonunda belasını bulacak. (kendi ipini kendi eliyle çekecek).
to have enough and to spare
yeter de artar bile
which does not contain enough sugar
şekersiz
English-Turkish phrases from Zargan's own database