fate

  1. Noun akıbet
  2. taksirat
  3. kısmet, talih, şans.
    fate was against me: Kısmet değilmiş/talih yüzüme gülmedi.
  4. takdiri ilâhî.
    as sure as fate: mutlak(a).
    Whenever I am late, as sure as fate I meet the President on the stairs.
  5. kader, alınyazısı, mukadderat.
    What fate has in store for us: Kaderde ne varsa, mukadderat ne
    ise.
    to leave someone to his fate: birini kaderine terketmek.
    fate is beyond human control: Kadere karşı gelinmez.
    He does not believe in fate: O, kadere inanmaz.
  6. âkibet, encam, son.
    The fate of a lazy person could be disaster. The jury settled the fate of the accused.
  7. ecel, ölüm, helâk, mahv.
    to meet one's fate: ölmek.
    That sealed his fate: Bu onun mahvına sebep oldu.
  8. önceden tayin/takdir etmek, mukadder olmak, alnına yazılmak.
alınyazısına sakince katlanmak Verb
kaderine boyun eğmek Verb
kaderini birinin ellerine bırakmak Verb
tevekkül etmek Verb
kaderine katlanmak Verb
birinin sonunu hazırlamak Verb
birinin kaderini belirlemek Verb
kaderini zorlamak Verb
birini kaderine terk etmek Verb
bir bankanın başka bir bankaya bir çek ya da senedin ödenip ödenmediğini bildirmesi
bir çekin keşidecisinin yazdığı çekin karşılığı olup olmadığını anlamak için bankanın provizyon alması gerektiğini ifade eder
kesinkes
hücre yazgısı (Kaynak: Evrim Çalışkanları) Noun, Biology
birinin kaderini belirlemek Verb
birinin kaderine hükmetmek Verb
acımasız kader
kaçınılmaz kader
kaderin cilvesi
istikbalini belli etmek Verb
kader ortaklığı Noun
birinin kaderi umurunda olmamak Verb
karayazı
(a) (eski çağlarda genç kız) bekâretini kaybetmek, (b) korktuğuna uğramak, korktuğu başına gelmek, ölümden beter olmak.
kaderin cilvesine bakın ki, ... Adverb
kader bu ya, ... Adverb
kaderin/tesadüfün cilvesi.
tahsil edilip edilmediği gönderilen bankaya telgrafla sorulan çek