make one

  1. (a) ilk/birinci olmak, başta gelmek, (b) evlenmek, birleşmek.
    They were made one: Evlendiler.
midesini bulandırmak Verb
ahmaklaştırmak Verb
kasvet vermek Verb
bir partiye katılmak Verb
gözünde şimşekler çaktırmak Verb
yaraştırmak Verb
bir yeri ikametgâhı yapmak Verb
bir yerde kalmak Verb
biriyle hesaplaşmak Verb
mahkeme huzuruna çıkmak Verb
ortaya çıkmak Verb
otoritesini hissettirmek Verb
yaptıklarından sorumlu olmak, kuyusunu kendi eliyle kazmak, kazdığı kuyuya düşmek.
You've made your
bed, now lie in it: Bile bile yaptın, şimdi âkibetine katlan.
tepesi atmak, sabrı tükenmek/taşmak, kan beynine fırlamak.
Such carelessness made his blood boil:
Böylesine dikkasizlik sabrını taşırdı.
It makes my blood boil: Tepem atıyor.
insanın kanını dondurmak Verb
korkudan donakalmak/eli ayağı buz kesilmek, tüyleri diken diken olmak.
The dark deserted street in
that unfamiliar neighborhood made her blood run cold.
arzı endam etmek, ilk olarak görünmek/halk huzuruna çıkmak.
The young pianist made her bow last night
to an appreciative audience.
seçimi yapmak Verb
seçimini yapmak Verb
(parti) eski gücünü elde etmek Verb
bir şey konusunda mütalaasını belirtmek Verb
şartlarını ortaya koymak Verb
(US) (tren) aktarmaya yetişebilmek Verb
(yazı yazmasını bilmeyen kimsenin) haç işaretini koyarak imzalamak Verb
dava dilekçesini vermek Verb
ihtiyati tedbirler almak Verb
gerekli hazırlıkları yapmak Verb
girmek Verb
(tiyatroda) sahneye girmek Verb
sahneye girmek Verb
firar etmek Verb
kaçmak Verb
(sahneden) çıkmak Verb
şahsiyetini hissettirmek Verb
ilk olarak sahneye çıkmak Verb
ilk olarak halk ortasına çıkmak Verb
tüyleri ürpertmek.
His story about dead people leaving their graves at night really made my flesh creep.
tüylerini ürpertmek.
It makes my flesh creep.
one's pound of flesh: (birinin) boynunun borcu/vecibesi.
kendi talihini kurmak Verb
sıvışmak Verb
kaçıp gitmek Verb
korkutmak, dehşete salmak, tüylerini diken diken yapmak.
It was enough to make your hair stand on
end.
His hair stood on end at the sight: Görür görmez düyleri diken diken oldu.
korkutmak, dehşete salmak, tüylerini diken diken yapmak.
It was enough to make your hair stand on
end.
His hair stood on end at the sight: Görür görmez düyleri diken diken oldu.
kâr etmek Verb
kâr elde etmek Verb
kalbini kırmak, üzmek.
kır kesiminde yerleşmek Verb
gelir vergisi beyannamesini hazırlamak Verb
kalemiyle yaşamak Verb
kalemiyle yaşamak Verb
saygı göstermek Verb
birine eğilmek Verb
başarmak, hedefine/maksadına ulaşmak/erişmek.
demek istediğini açıkça belirtmek Verb
demek istediğini açıkca belirtmek Verb
parasını yetiştirmek Verb
imrendirmek, ağzını sulandırmak.
seçimini yapmak Verb
benimsemek Verb
barışmak, uzlaşmak, sulh yapmak.
şahsiyeti hissetirmek Verb
ev geçindirme parasından tırtıklamak Verb
zenginleşmek Verb
mal mülk edinmek Verb
servet yapmak Verb
ertesi gün ne yapacağını kararlaştırmak Verb
planlarını açıklamak Verb
maksadını belirtmek/anlatmak/açıklamak.
He made his point: Maksadını belirtti.
rezervasyonunu doğrudan hava şirketine yaptırmak Verb
her saat başı teftişe çıkmak Verb
yer ayırmak Verb
vasiyetini yazmak Verb
(a) ilerlemek, ileri gitmek, (b) başarmak, başarı sağlamak, muvaffak olmak.
dönmek, geri gelmek.
hayatta başarı kazanmak Verb
dünyada başarı kazanmak Verb
zorla içine girmek Verb
beklenen ağırlıkta olmak Verb
vasiyetnamesini yazmak Verb
oğlunu avukat yapmak istemek Verb
birinin nazıni çekmek Verb
davasını başarıyla savunamamak Verb
sigorta şirketinden talepte bulunmak Verb
bütün kadrosunu yenilemek Verb
alacaklılarla uzlaşmaya varmak Verb
kişinin servetinde gedik açmak Verb
bilgiçlik taslamak Verb
kendi hesabına poliçe keşide etmek Verb
kendi parasından sarfetmek Verb
tasarruflarında büyük delik açmak Verb
tasarruflarında büyük delik açmak Verb
giyim kuşamıyla caka satmak Verb
sefaletini sergilemek Verb
gelir vergisi beyannamesi vermek Verb
yükü kendi sırtına yüklemek Verb
serveti ile övünmek Verb
kafasından hikâye uydurmak Verb
hizmetlerini sunmak Verb
hacı ağalık etmek Verb
alacaklılarıyla anlaşmaya varmak Verb
ibret olsun diye cezalandırmak.
servetini eritmek Verb
parasını kötü yere yatırmak Verb
parasını kötü kullanmak Verb
çok zamanını almak Verb
birinin lehine çalışmak Verb
talebinde haklı olduğunu ispatlamak Verb
iddialarını kanıtlamak Verb
düşmandan sıyrılmak Verb
cebinde delik açılmak (büyük paraya mal olmak Verb
sermayeden yemek Verb
sermayeden yemek Verb
işi kendi işi saymak Verb
bir şeyi iş edinmek Verb
bir işi kendi işi saymak Verb
âdet edinmek Verb
bir şeyi gaye edinmek Verb
âdet edinmek Verb
niyetini belirtmek Verb
arzusunu belirtmek Verb
duygularını gizlememek Verb
bir tek kaydı ihtirazide bulunmak Verb
davasını ispatlamak Verb
kendini olduğundan daha becerikli göstermek Verb
mülkünü devir ve temlik etmek Verb
bütün servetini vakfetmek Verb
işini oğluna devretmek Verb
barışmak Verb
malını mülkünü har vurup harman savurmak Verb
giyimi için para ayırmak Verb
ailesinin rızkını temin etmek Verb
yaşlılığı için para ayırmak Verb
elindeki parayla idare etmek Verb
işaretleşmek Verb
söz geçirmek Verb
birini mirasçı yapmak Verb
birini vâris tayin etmek Verb
birini vekil tayin etmek Verb
bir şeyi daima kendine kural edinmek Verb
mazeret olarak ileri sürmek Verb
huy edinmek Verb
ilkelerini savunmak Verb
fırsattan istifade etmek Verb
zamanını iyi kullanmak Verb
elinden geldiğince çabuk gitmek Verb
mümkün olduğu kadar çabuk eve dönmek Verb
olanaklarından azami fayda elde etmek Verb
zararlarını kapatmak Verb
kayıplarını telafi etmek Verb
yıl sonu hesaplarını kapamak Verb
hesaplarını kapamak Verb
gelirini yükseltmek Verb
kaybı telafi etmek Verb
karar vermek.
adından yararlanmak Verb
birinin hizmetlerinden yararlanmak Verb
nüfuzunu kullanmak Verb
Fedakârlık yapmadan amaca ulaşılamaz.
samansız kerpiç yapılmaz, gerekli araç/malzeme olmadıkça iş yürütülemez.
,
a.s. Bir gül ile (veya çiçekle) yaz gelmez.
(US) kendi mallarını başka markalı mal diye yutturmak Verb