(a) (örnek) göstermek/vermek.
Grandfather always held up his youngest son as an example to follow. (b) teşhir etmek, göstermek, arzetmek.
to hold someone up to ridicule: sözleriyle birini küçük düşürmek. (c) engellemek, geciktirmek, durdurmak.
The policeman held up the traffic. (d)
ABD- k.d. yolunu kesip soymak, silah tehdidi ile parasını almak.
The criminals held up the bank and took all the money. (e) desteklemek, yardım etmek, yardımda bulunmak, (f) durdurmak, (g) devam etmek, (durumunu /mevkiini) korumak/sürdürmek.
Sales held up well: Satışlar iyi gidiyor.
hold up one's head again: tekrar başını kurtarmak, (h) dayanmak, mukavemet etmek, (i) sükûnetini/metanetini korumak, cesaretini kaybetmemek.
The grieving mother held up for her children's sake. (j) gerçeğe uymak, doğruluğu anlaşılmak.
The police were doubtful first, but Tony's story held up. (k) kaldırmak, yükseltmek.
Sue held up her hand.