öyle, böyle, şöyle.
Do it so: Böyle yap.
He said so: Öyle dedi.
I told you so! Ben
sana (böyle) demedim mi?
I speak English and so does my son: Ben İngilizce bilirim, oğlum da bilir.
It so happened that: Öyle oldu ki … , tesadüfen …
böylece, böylelikle, bu suretle.
So it turned out.
öyle.
It is broken and has long been so.
bu kadar, o kadar.
Do not speak so fast.
çok, son derece.
We're so glad you could come! Geldiğinize son derece memnun olduk.
Thank you, you're so kind: Teşekkür ederim, çok lûtufkârsınız.
I'm so sad: Çok üzgünüm.
My head aches so! Başım çok ağrıyor.
maksadıyla, için.
a speech so commemorating the victory: Zaferi anma maksadıyla (söylenen) nutuk.
bu nedenle/sebepten, bu cihetle, bundan dolayı.
He is ill, and so he cannot come to the party.
şu halde, o halde, elbette, öyle ise, demek ki.
I said I would come, and so I will: Geleceğim
dedim, elbette geleceğim.
So you are not going to Adana? Demek ki Adanaya gitmiyorsun?
gerçekten, cidden.
quite so! elbette, tamam! gerçekten öyle!
“You told me you knew German.” “ So I do!” “Bana Almanca biliyorum demiştiniz.” “ Elbette biliyorum!”
keza, de/da/ dahi.
I did, and so did he: Ben de yaptım, o da yaptı.
müddetçe, sürece, bir yandan da, hem … hem.
As he learned, so did he teach: Hem öğrendi, hem de ögretti.
bu şekilde, bu veçhile, bu tarzda.
o tarzda/şekilde, öylesine.
So live your life that old age will bring you no regrets.
(ondan/daha) sonra.
and so to bed.
(ünlem olarak) ya! sahi mi!
You don't say so! Yok canım! Allah Allah!
yapacak kadar alçalmak
Verb
… için daha kuvvetli sebep, … daha iyi ya!
nitekim, keza, bunun gibi, böylece, neticede.
ve başkaları/benzerleri, ve saire.
ve benzeri, vesaire, ilâahiri.
and so on and so forth: vesaire vesaire.
ve başkaları/benzerleri, ve saire.
vesaire, ilâh., vb., falan filân.
ve başkaları/benzerleri, ve saire.
olduğu kadar, nasıl … öyle … , -dikçe/-dıkça.
(Just) as we must know how to command, so we must know how to obey: Emretmesini olduğu kadar itaat etmesini de öğrenmeliyiz.
As the parents act, so will the children: Ebeveyn nasıl hareket ederse çocuklar da öyle davranırlar.
As the season advances, so the days get longer: Mevsim ilerledikçe günler de uzuyor.
As you treat the others, so will they treat you: Başkalarına karşı nasıl davranırsanız, başkaları da size karşı öyle davranır (= Ne ekersen onu biçersin).
… dikçe.
As the wind blew harder, so the sea grew rougher: Rüzgâr şiddetlendikçe denizin dalgaları kabardı.
öyle olduğunu düşünmek
Verb
öyle olduğuna inanmak
Verb
böyle yapmayı doğru bulmak
Verb
acayip, öyle mi dedi? acayip
buna rağmen, hattâ, yine de, öyle olsa da.
Yes, but even so: Evet, fakat yine de …
The fire was out, but even so the smell of smoke was strong: Yangın sönmüş olmasına rağmen keskin bir duman kokusu vardı.
olsa bile.
Even if you're right- even so, it doesn't prove anything: Haklı olsan bile, bu bir şey ifade etmez.
çok, pek, aşırı, ziyade.
It's ever so cold: Hava pek soğuk.
Thank you ever so much: Pek
çok teşekkür ederim.
She's ever such a nice girl: Son derece güzel bir kız.
She is ever so much prettier than her sister: Kızkardeşinden kat kat güzeldir.
I waited ever so long: Okadar bekledim ki …
ever so often: sık sık, pek sık.
arasıra, arada bir, zaman zaman.
arasıra, zaman zaman, vakit vakit.
avantajlı durumdan yararlanmak
Verb
böyle demek için bir nedeni olmamak
Verb
el de çok parası olmak
Verb
elde çok parası olmak
Verb
bir konuda son sözü söylemek
Verb
sebep ne? neden? niçin? ne sebeple?
You haven't any desire to go? how so?
… derece(sin)de, … kadar, ne kadar … ise o kadar …
In so far as we can believe these facts we will use them.
(In) so far as I know: Bildiğim kadar.
… bakımından, cihet(iy)le, …'e bakılırsa, … itibarıyla/hasebiyle.
He was German in so far as he was born in Germany, but he became an American citizen in 1946.
aynen (bu sözlerle).
He didn't say in so many words: Aynen öyle söylemedi.
I told him in so many words: Ona aynen böyle söyledim.
aynen, açıkça, kesinlikle, kesin olarak.
He told me in so many words to go to Hell: Bana aynen
"cehennem ol!" dedi.
He did not say it in so many words: Aynen böyle demedi (fakat böyle demeğe getirdi).
galiba öyle = öyle görünüyor = öyle gibi.
galiba öyle = öyle görünüyor = öyle gibi.
gibi … de, keza, tıpkı, benzer şekilde.
Just as French people enjoy their wine, so the British enjoy their beer: Fransızlar şaraba düşkün olduğu gibi İngilizler de biraya düşkündür.
yeter ki, … diği sürece.
Just so he gets his 3 meals a day he doesn't care what happens: Günde
3 öğün yemeği önüne geldiği sürece dünya yıkılsa aldırmaz.
Bilginiz olsun, ...
Adverb
Aklınızda bulunsun, ...
Adverb
Haberin olsun, ...
Adverb
bir at üzerine filan miktar oynamak
Verb
(her) ne kadar, ne derece, ne denli.
He won't be able to do it, though he try never so hard: Ne
kadar çaba sarfetse gene de başaramayacak.
Be he never so brave: Ne kadar cesur olursa olsun.
pek dedikleri kadar kötü/fena değil.
fena değil, iyice, oldukça iyi.
“How are you feeling today?” “Not so dusty.”
aşağı yukarı, … kadar, tahminen, takriben, en azından.
I waited 3 minutes or so: 3 dakika kadar bekledim.
… kadar, takriben, aşağı yukarı.
an hour or so: bir saat kadar.
Of the original twelve, five or so remain: İlk on ikiden beş kadar (takriben beş tane) kaldı.
tasarrufundan belli bir miktarını ayırmak
Verb
durum gerektirdiği takdirde
tarz(ın)da, şekilde, öyle ki, ta ki, (olumsuz tümcede) … kadar.
He so arranged matters as to please everyone: İşleri, herkesin hoşuna gidecek tarzda düzenledi.
He is not so foolish as to believe it: Buna inanacak kadar budala değildir.
Speak louder so as to make youself heard: Sesini duyuracak şekilde yüksek sesle konuş.
Will you be so kind as to tell me: Lütfen bana söyler misiniz?
… kadar, göre.
So far as I know: bildiğim kadarı, bildiğime göre.
filanca (adı hatırlanmayan kişinin yerine kullanılan söz
(a) … için, maksadıyla.
The test questions are kept secret, so as to prevent cheating. (b) derecede,
kadar, öyle ki.
The day was dark, so as to make a good photograph hard to get: Gün, iyi bir fotoğraf çekmeyi imkânsız kılacak kadar karanlıktı.
(a) sözde, gûya, sözüm ona, (b) … adlı, …'denilen.
(a) şimdilik, şimdiye kadar.
We have built 3 houses so far. (b)
I can only trust him so far:
Ona ancak bir dereceye kadar güvenebilirim.
He accepts teasing just so far and then he gets angry: Şakaya bir dereceye kadar dayanır, sonra kızar.
(a) şimdiye kadar, şimdilik.
so far forth: bu dereceye kadar. (b) o kadar uzak.
… kadar, … derece(de).
We went as far as the town: Şehre kadar gittik.
I will help you as far as I can: Elimden geldiği kadar sana yardım ederim.
as far as I am concerned: bence, bana kalırsa, bana sorarsan.
as far as he is concerned: ona kalırsa, ona sorarsan.
as/so far as I know: bildiğime göre, bildiğim kadarı.
as/so far as I can foresee: tahminime göre.
as far as the eye can see: göz alabildiğine.
as far back as I can remember: hatırlıyabildiğim kadarı.
As far back as 1948: Ta 1948 yılında.
… derece(sin)de, … kadar, ne kadar … ise o kadar …
In so far as we can believe these facts we will use them.
(In) so far as I know: Bildiğim kadar.
… şöyle dursun, … bir yana, -den vazgeçtik, … yerine/yerde.
So far from taking my advice, he went and did what I warned him against: Nasihatimi tutmak şöyle dursun, gidip yapma dediğimi yaptı.
şimdiye kadar hoş/âlâ, şimdilik işler yolunda.
vallahi, billâhi, doğrusu bu, ister inan(ın) ister inanma(yın), şerefim hakkı için.
That's exactly what happened, so help me.
I'll pay you, so help me: Vallahi borcumu ödeyeceğim.
Vallahi, Allah şahidim olsun, namus ve şerefim üzerine yemin ederim.
I swear to tell the truth, so help me God.
! (a) (yemin) Allah şahittir, (b) Allah yardımcım olsun!
anlaşıldı, söylemeye hacet yok!
galiba öyle = öyle görünüyor = öyle gibi.
esen kal(ınız), hoşça kal(ınız), şimdilik Allaha ısmarladık.
hoşça kalın! şimdilik Allaha ısmarladık.
esenkel, Allaha ısmarladık, hoşça kal.
… sürece, şartı ile.
You may borrow the book so long as you keep it clean: Kitabı temiz tutmak şartı ile ödünç alabilirsin.
çok, külliyetli.
so many men, so many minds: Ne kadar insan varsa o kadar da fikir var.
o kadar, öylesine.
so much for that! bunun için bu kadar yeter! vesselam!
So much for his French!:
Onun Fransızcası da bu kadar!
I regard it as so much lost time: Ben bunu kaybolmuş zaman sayarım.
… kadar, … gibi, sanki … .
He looked at me as much as to say … : … demek ister gibi yüzüme baktı.
It's as much as saying he is a liar: Bu ona yalancı demek gibi bir şey.
I love you as much as I love your brother: Kardeşini sevdiğim kadar seni de seviyorum.
hattâ, … bile.
He just left without so much as saying goodbye: Allaha ısmarladık bile demeden çekip gitti.
… bile.
He didn't so much as ask me to sit down: Bana otur bile demedi.
… değil, … şöyle dursun, …'den ziyade.
I don't so much dislike him as hate him: Ondan hoşlanmamaktan
ziyade nefret ediyorum (Hoşlanmamak şöyle dursun, ondan nefret ediyorum).
bu iş burada biter, bu konu için bu kadar yeter, bu iş/düşünce böylece suya düştü.
Now it's started raining; so much for my idea of taking a walk: İşte yağmur başladı, benim yürüyüş yapma düşüncem de suya düştü.
So much for your promise: Nerede kaldı verdiğin söz!
So much for this problem, now for the next: Bu soru üzerinde yeteri kadar durduk, şimdi ötekine geçelim.
So much for his friendship: Onun arkadaşlığı bukadarmış (Ondan başka ne beklenir?).
öylesine … ki, o derecede … ki.
hattâ öyle ki, öylesine/o dereceye kadar ki.
Gereği düşünüldü.
Sentence, Law
şöyle böyle, pek iyi değil.
ta ki, şöyle ki, neticede, şartıyla, … için.
öyle ki, … maksadıyla, neticede, şartıyla.
! işte o kadar!
I shall do as I like, so there! Canımın istediğini yaparım, işte o kadar!
deyim yerinde ise, tabir caizse.
gûya, sanki, âdetâ, sözde, sözün gelişi, tabir caizse.
ne farkeder? ne olacak yani? ne önemi var? bana ne! umurumda mı? vız gelir!
birinin maaşından falan miktar kesmek
Verb
bir fiyattan falan miktar indirmek
Verb
şöyle şöyle, şu şekilde, filân filân.
Kaç saattir nerelerdesin?
Niye bu kadar şaşırdın ki?
birinin maaşından filan miktar kesmek
Verb
birinin maaşından falan miktar kesmek
Verb
birinin ücretinden filan miktar kesinti yapmak
Verb
aşınma ve yıpranma payı olarak falan miktarı düşmek
Verb
her açıdan yanlış
Noun, Idioms
iler tutar yanı olmayan
Noun, Idioms
neresinden tutsan elinde kalan
Noun, Idioms