yenilgi, mahvolma, suya düşme, akamete uğrama.
bring about one's ears: mahvetmek, suya düşürmek, akamete uğratmak.
parasını israf etmek
Verb
kolunu birinin beline dolamak.
kuvvetini hissettirmek, ağırlığını koymak, ağır basmak.
parmağında/parmağının ucunda oynatmak, her istediğini/dediğini yaptırmak.
She can twist her father round her little finger.
birini (küçük) parmağında oynatmak.
etraftakilere sormak
Verb
(a) dolaşmak, gezmek, (b) tartışmak, münakaşa etmek.
He batted the idea around in his head.
enine boyuna tartışmak
Verb
(a) kandırmak, ikna etmek, yola getirmek. (b) ayıltmak, kendine getirmek, iyileştirmek, teskin etmek,
(c) ziyaretçi olarak getirmek.
birşeyi eve getirmek
Verb
(a) tembelce zaman öldürmek, (b) sürtmek, sürtüklük yapmak, âvâre dolaşmak, keyif için seyahat etmek.
aramak, araştırmak, her yeri kolaçan etmek.
cast about for something: araştırmak, çare aramak,
düşünmek.
cast about for how to do/how to reply: ne yapacağını/nasıl cevap vereceğini düşünmek.
cast about for an excuse: bir mazeret aramak.
cast one's eyes about: etrafa göz gezdirmek.
zamparalık yapmak, cinsî münasebette bulunacak eş aramak.
fikrini değiştirmek.
After our argument she finally came around: İtirazımız üzerine fikrini değiştirdi.
ikna olmak, razı olmak, yola gelmek.
He'll come round to our way of thinking: just leave him alone.
You'll soon come round to my way of thinking: Yakında benim dediğime gelirsin.
Verb
ayılmak, kendine gelmek.
Verb
sükûnet bulmak, sakinleşmek, (öfke/ağrı/sızı vb.) geçmek.
Leave him alone and he'll soon come round..
Verb
dolaşıp gelmek, yolu uzatmak/dolaştırmak, etrafını dolaşmak.
We came round the fields as we didn't want to go through the woods in the dark..
Verb
barışmak, kavgaya son verip anlaşmak. Jim and
Mary often argue, but it doesn't take long to come round..
Verb
yine/tekrar gelmek.
The time has come round to get out winter clothes: Kışlık elbiseleri çıkartma zamanı yine geldi.
Verb
come about ile ayni anlama gelir. (gemi/rüzgâr) yön/rota değiştirmek.
The ship came round to sail into port..
Verb
come over ile ayni anlama gelir. ziyaret etmek.
come around/over and see us sometime..
Verb
argo (kadın) âdet görmek, aybaşı olmak.
Verb
(yan yola) sapmak, yanyoldan gitmek, dolaşmak, dolambaçlı yoldan gitmek, (kalabalık vb.'den kaçınmak
için) etrafından dolaşmak.
We detoured around the flooded part of the highway.
bir nevi futbol oyunu.
Noun
ortalıkta sürtmek, serseriyane dolaşmak, haytalık etmek.
birşeyi insanların gözüne sokmak
Verb
birşeyle gösteriş yapmak
Verb
birşeyi sağda solda göstermek
Verb
(US) belli bir ikametgâhı olmadan dolaşmak
Verb
(US) telaş içinde oraya buraya koşup durmak
Verb
birini gittiği her yerde izlemek
Verb
birinin peşinde dolaşmak
Verb
saçmasapan işlerle vakit öldürmek.
(a) başarmak, başa çıkmak, hakkından/üstesinden gelmek.
He'll get around to it in time: O işi
zamanında bitirecektir. (b) tecrübeli olmak, günün icaplarına uymak.
(a) dolaşmak, hareket etmek, gidip gelmek, seyahat etmek.
She gets about a lot, working for an international company.
(invalid) be able to get about: (hasta) yataktan kalkıp dolaşabilmek. (b) (haber, dedikodu vb.) yayılmak, şayi olmak, her tarafta duyulmak, (c) toplumsal faaliyetlerde bulunmak, herkesin yardımına koşuşmak.
(a) aldatmak, yolunu bulup kurtulmak, kurnazlıkla galebe çalmak (müşkül durumdan) sıyrılmak, üstünden
atmak.
If you are clever, you can sometimes get around the tax laws. (b) (bir şey elde etmek için) yaltaklanmak, dalkavukluk yapmak,
argo yağcılık yapmak, (c) seyahat etmek, dolaşmak, gezmek, (d) get about, (e)
get around/round to: (nihayet) eli değmek, vakit bulabilmek.
After a long delay, he got around to writing the letter.
(a) gidivermek, etrafını dolaşmak, dolaşıp geçmek.
as you get round the corner: köşeyi dönünce.
(b) yayılmak, şayi olmak, (c) kandırmak, ikna etmek, razı etmek.
get round someone: dil dökerek birini kandırmak.
Father doesn't want to let us go, but I know how to get round him. (d) yenmek, üstesinden gelmek, altından kalkmak.
get round a difficulty: bir müşkülü yenmek.
get round the law: hilei şer'iyesini bulmak.
(a) gezinmek, dolaşmak, arkadaşlarla düşüp kalkmak.
Why do you go around with such strange people? (b)
go round ile ayni anlama gelir. herkese yetmek, kâfi gelmek.
If there is not enough chairs to go around, some people will have to stand. (c) sarmak, çevirmek, (d) yaygın olmak, yayılmak.
There are a lot of colds going around.
(bir şeyi, özellikle gıdayı) elden ele geçirmek/dolaştırmak.
(a) eşek şakası yapmak, (b) hayta gibi dolaşmak, şuna buna sataşmak.
ona buna gereksiz iş buyurmak
Verb
konu vb üzerine düşünmek
Verb
bir tasarıyı ufak çapta gerçekleştirmeye çalışmak
Verb
kendi üstün gücünü başkaları üzerinde kötüye kullanmak
Verb
sık sık iş değiştirmek
Verb
bir şeyin üzerinde uzun uzun düşünmek
Verb
herkesle şakalaşmak, işi lâtifeye/şakaya boğmak.
(a) bütün ihtimalleri incelemek, üzerinde düşünmek, (b) araştırmak, aramak.
(a)
k.d. oyalanmak, amaçsız/gayesiz/plânsız iş görmek, boşuna uğraşmak.
I'm not of a sailor, but I like to mess about in my little boat on the river. (b)
argo vakit öldürmek, sinek avlamak, havyar kesmek, âvarelik etmek.
He spent all day Sunday just messing about. (c)
argo (bir kimse veya şey ile) ilgilenmek, (bir işe) karışmak/burnunu sokmak, bulaşmak.
messing other people's affairs. (d) sıkıfıkı olmak.
Don't mess around with admiral much. (e) flört/kur yapmak.
He caught him messing around with his wife. (f) oyalamak, atlatmak.
Don't mess me about; I want the money you promised me.
ciddi çalışmayıp dalga geçmek
Verb
itişmek, kakışmak, öteye beriye itip kakmak.
(US) araba ile gezmek
Verb
araştırıp taraştırmak
Verb
önüne gelenle yatmak
Verb
etrafta araştırmak, bulduğunu alıp götürmek, yağma etmek, çalıp çırpmak.
birini daha önce görmüş olmak
Verb
birini etrafta görmek
Verb
birine orada burada rastlamak
Verb
alışveriş için fikir edinmek, fiyatları karşılaştırmak.
You should shop around before buying a new car.
oturup beklemek, hiçbir iş yapmamak.
(o civardan) ayrılmamak, civarında dolaşmak/beklemek, peşinden ayrılmamak, oyalanmak.
aylak aylak dolaşmak
Verb
=
talk round: (a) (bir konunun) etrafında dönüp dolaşmak, sadede gelmemek, (b) bin dereden su
getirmek, bir kimseyi dil dökerek ikna etmek,: meselenin aslına temas etmeden müzakere etmek.
geri(ye) dönmek.
He turned around when he heard a noise: Bir gürültü duyunca geri döndü.
konjonktürü canlandırmak
Verb
dönmek, yüzünü döndürmek/çevirmek.
He wheeled about and faced his opponent squarely. 9.(tekerlekli
taşıt) hızla/kayıp gitmek.
The car wheeled along the highway.
/
into/
off: fırlamak, seğirtmek, hızla koşmak.
He whip ped into the store for a bottle of milk.
whip round the corner: hızla köşeyi dönmek.
dünyanın dört bir yanında
Adverb
dünyanın dört bir yanındaki ...
Adjective
bir konuyu konuşmaktan kaçınmak
Verb
birşeyi bir yerden başka bir yere taşımak
Verb
birşeyin yerini değiştirmek
Verb
birşeyin etkisinden sıyrılıp kendine gelmek
Verb
birşeyin etkisinden sıyrılmak
Verb
dünyanın dört bir yanından
Adverb
bir nüve çevresinde toplanmak
Verb
ağzından girip burnundan çıkmak
Verb
birşey bulmaya çalışmak
Verb
bir yerde etrafa bakmak
Verb
(US) tembellik etmek
Verb
üzerine vazife olmayan birşeye karışmak
Verb
birşeye burnunu sokmak
Verb
... üzerine kurulu olmak
Verb
... etrafında dönmek
Verb
birini kafese koymak
Verb
birinin etrafında ihtiyatla dolaşmak
Verb
birşeyi birşey temelinde düzenlemek
Verb
birşeyi birşey halinde düzenlemek
Verb
birşeyi birşeye göre şekillendirmek
Verb
birşeyi birşeye göre düzenlemek
Verb
birşeyi birşeye göre biçimlendirmek
Verb
lafı birşeye getirmek
Verb
sözü birşeyin etrafında dolandırmak
Verb
sözü birşeye getirmek
Verb