kısmet ayağına gelmek, fırsatı kaçırmamak.
beyzbolde kasten kafaya atılan top.
naftalinli top: güvelere karşı kullanılan naftalin ve kâfurdan yapılmış ofak toplar.
gülle, demir veya çelikten yapılmış küresel top mermisi.
(teniste) topa keskin/sert vuruş.
(dizleri göğüse çekip ellerle tutarak) top gibi suya atlama.
gülle/kurşun gibi hızlı gitmek
sorumluluğu/mes'uliyeti üzerine almak/yüklenmek.
You can always count on him to carry the ball in an amergency.
yükü/sorumluluğu üzerine almak, işin başında olmak.
gelirinin hayır işlerine kullanılacağı balo
imleç denetim topu
Information Technology
billûr küre, falcı küresi.
(bilârdo/polo) sopa ile vurulan top.
top-çomak: birbirine bağlı yuvalı çomakla top (oyuncak).
Noun
curve ile ayni anlama gelir. (a) normal doğru yoldan sapan beyzbol topu, (b) bu topun yörüngesi.
(beyzbol) saha içinde kalan top.
(patatesli) balık köftesi.
Noun
(beyzbol) savurma topu, vurularak havaya fırlatılan top.
fly ile ayni anlama gelir.
Noun
(beyzbol) faul çizgisi dışına çıkan top.
Noun
beceriksiz, acemi, şanssız, acayip kimse.
Noun
(doktor tavsiye etmeden kullanılan barbitüratlı) uyku hapı.
Noun
deli, akıldan piyade.
Noun
(beyzbol) yere sürtünerek giden top.
Noun
elle oynamak
Verb, Sports
akıllı/becerikli/kabiliyetli/yetenekli olmak.
You can trust Jo, he's got a lot on the ball (= he's got something on the ball.
(basketbolda) hakemin iki hasım oyuncu arasına attığı top.
Noun
(beyzbolde) topu başparmakla işaret ve orta parmak eklemleri arasında tutup hafifçe döndürerek atma.
knuckle baller: parmakla döndürerek top atan.
boşta kalan top
Noun, Football
sağlık topu, sporda kullanılan meşin kaplı büyük ve ağır top.
Minié mermisi: dibi koni biçiminde olup ateş edilince genişleyen bir mermi. (19'uncu yy.).
Noun
(a) açıkgöz, uyanık.
to be on the ball: uyanık/açıkgöz olmak. (b) akıllı, becerikli, yetenekli,
kabiliyetli, muktedir.
Her typing is on the ball: Daktilo ile yazmakta yeteneklidir.
yakalanması mümkün iken kaçırılan top.
Noun
(a) oyun oynamaya başlamak, (b) bir işe başlamak veya devam etmek, (c) birlikte/elbirliği ile çalışmak,
işbirliği yapmak.
Union leaders suspected of playing ball with racketeers.
siyah benekli beyaz bilye.
topu merdivende zıplatarak oynanan bir oyun.
fırsattan yararlanmak
Verb
içine çay yaprakları konulup kaynar suya batırılan süzgeçli top.
tam öğle saatini göstermek için bir çubuğun tepesinden dibine düşürüverilen top.
yünü yumaklamak, yumak halinde sarmak.
İztopu
Information Technology
pranga: mahkûmların ayaklarına takılan) zincirli top.
Noun
engel, ayak kösteği.
Noun
zevce, karı, ayak bağı.
Noun
top (beyzbol, futbol vb.) kulübü.
Noun
toplu tıkaç yüzen topla işleyen tıkaç/valf.
Noun
malları birine kontratla devretmek
Verb
kayma göstergesi: uçağın yana kaymasını gösteren alet.
bilyeli eklem, yuvalı mafsal, bilye-eklemli bağlantı.
Noun, Machines
küresel eklem: oyuk kemik içinde devinen yuvarlak kemikten oluşan eklem (kalça eklemi gibi).
Noun, Anatomy
ball-and-socket joint
Noun
küresel şimşek: parlak ışıklı, kayan bir küre şeklinde pek nadir görülen şimşek.
Noun
ateş parçası: çabuk ve isabetli düşünüp karar veren ve eyleme geçen kimse.
Noun
herşey, geniş kapsamlı, dörtbaşı mamur.
He went out to Chicago and in no time came back with the contract for the whole ball of vax.
Noun
oyun sahası: top oyunlarının oynandığı, çitle çevrili, etrafında seyirci sandalyeleri dizili alan.
yaklaşık olarak, takriben, aşağı yukarı.
A proposal in the ball park of $50,000: Yaklaşık olarak $50,000'lık bir teklif.
topa sahip olma
Noun, Sports
(a) çabuk davranmak, (b) toptan pey sürmek/bahse girişmek.
şaşırtmak, işi bozmak, arap saçına döndürmek, keşmekeşe çevirmek.
The records had been all balled up by inefficient file clerks: Beceriksiz dosya memurları kayıtları arap saçına döndürdüler.
berbat etmek,
kaba içine sıçmak.
yüzüne gözüne bulaştırmak
Verb
sürdürmek, devam ettirmek.
işe/faaliyete devam etmek, durmamak, faaliyeti sürdürmek.
iyi bir işi devam ettirmek.
Verb
geçici olarak zarara yol açmasına karşın fiyatı rakiplerin fiyatları altına indirme
birinin oyununa katılmak
Verb
golü bulmak
Verb, Football
önayak olmak, başı çekmek, bir işe ilk olarak başlamak.
başla(t)mak, işletmek, faaliyete geçirmek, önayak olmak, çığır açmak.
Şimdi sıra sende/sizde, işin bundan sonrası sana/size ait, bundan sonra sorumluluk senin/sizindir.
bambaşka bir olay
Noun, Idioms
çok farklı bir durum
Noun, Idioms
apayrı bir alem
Noun, Idioms
bambaşka bir olay
Noun, Idioms
çok farklı bir durum
Noun, Idioms
apayrı bir alem
Noun, Idioms