son, nihayet.
the end of the road: yolun sonu.
from the beginning to end: baştanbaşa, başından
sonuna kadar.
bring to an end: son vermek, sona erdirmek.
The end justifies the means: Gaye vasıtayı meşru kılar.
Noun
uç, sınır.
Every stick has 2 ends. Those trees mark the end of their property. the ends of the earth: dünyanın bir ucu, cehennemin dibi.
from end to end: baştanbaşa, bir uçtan bir uca.
begin at the wrong end: tersinden başlamak.
Noun
(zaman) son, bitim, hitam.
the end of the year/of his life. by the end of the day: günün
sonunda.
the end of time: kıyamet günü.
Noun
amaç, erek, gaye, niyet, maksat, meram.
He wants to buy a house and is saving money to/for this end.
to the end that: gayesiyle.
Noun
sonuç, netice, akibet, encam.
It is hard to tell what the end will be. to come to a bad end:
kötü bir sonuca varmak, akibeti kötü olmak.
And that's an end of it! Vesselam! İşte bu kadar!
Noun
ölüm, yokolma, mahvolma, fena bulma.
He met his end in the accident: Kazada öldü.
His end was peaceful: Huzur içinde öldü.
Noun
artık, parça kalıntı.
cigarette ends: sigara izmaritleri.
ends and trimmings: parça ve kırpıntılar.
Noun
(iş, ticaret, bazı oyunlar vb.) kısım, bölüm.
My partner looks after the advertising end. Our team was beaten in the last end.
Noun
uç, dış: dizinin uçlarında yer alan oyuncular.
change ends: haftaymda alanda yer değiştirmek.
Noun
en uzak yer, öbür uç.
The police will hunt the murderer to the ends of the earth.
Noun
(a) sabrı taşıran şey, (b) en üstün nitelik.
Noun
bit(ir)mek, son vermek/bulmak, sona/nihayete er(dir)mek, hitam vermek/bulmak.
The war ended in 1945. He ended his letter with good wishes to the family. Let's end this fight.
end in a point: sivri bir uçla son bulmak.
Verb
öl(dür)mek, imha etmek, ortadan kaldırmak/kalkmak, mahvolmak.
Verb
(başkalarını) geçmek/geride bırakmak, üstün olmak.
It was a holiday to end all holidays: Bir daha
böyle bir bayram görmedik (Bütün bayramlardan üstün bir bayramdı).
Verb
ambarlamak, (hububatı/samanı) ambara koymak.
Verb
olağandışı son
Information Technology
acı/feci/hoşa gitmeyen sonuç, zahmetli/sıkıntılı bir işin sonu.
to the bitter end: (zahmetli/sıkıntılı/zor
bir işin) sonuna kadar, feci akibeti bekleyerek.
They knew the war would be lost, but the men fought to the bitter end : Savaşın kaybedileceğini biliyorlardı, fakat sonuna kadar savaştılar.
Noun
kablo veya zincirin ucu.
Noun, Maritime Traffic
kitap desteği/dayanağı, kitapların devrilmemesi için iki uca konulan destek.
Noun
(aletin/silahın vb.) iş gören ucu.
the business end of a revolver/of a screwdriver.
Noun
genellikle taksitle olan bu kredi türünde müşteri ile banka arasında yapılan anlaşmada ödenecek meblağın tümü
taksit sayısı ve her taksidin tarihi yazılıdır
(US) hisseleri menkul değerler borsasında veya borsada kota edilmemiş ve dolayısıyla piyasada işlem görmeyen
kâğıtların alım satımını yapanlarca yönet
(gemi) başbaşa çarpışmak
Verb
ucu (kör tapa ile) tıkalı boru.
Noun
çıkmaz, içinden çıkılması/çözümü imkânsız durum/sorun.
We've come to a dead end in our effort to reach agreement.
Noun
Doğu Londra: Londranın fakir ve kalabalık bölgesi.
Noun
geçit sonu teşhiri (bir süpermarkette olduğu gibi , raf koridorlarının bitiminde kitle halinde mal teşhiri
bir nevi futbol oyunu.
Noun
duyma sinirinin ucu.
Noun
(havaalanı) temizlenmiş bölge
duyma sinirinin ucu.
Noun
(istatistik) uç düzeltmeler (maksimum ve minimum düzeltmeler
Noun
(basım) son sayfayı tam doldurmak
Verb
fiyasko ile sonuçlanmak
Verb
başarısızlıkla sonuçlanmak
Verb
başlıbaşına amaç oluşturma
Son tuşu
Information Technology
(futbol, basketbol) saha sınırı, sınır çizgisi.
Noun
dizinin/sıranın sonunda bulunan adam.
Noun
seyyar şarkıcı grubunun güldürücüsü/komedyeni
Noun
işaret etmek için kullanılan göstergedir
bir veri biriminin veya bir bilgisayar kelimesinin sonunu göstermek
Verb
kitabın asıl metninden sonra gelen ilâveler (kaynakça, bulduru, dizin, ekler vb.). front matter
(a) uç uca, kafa kafaya, baş başa, karşı karşıya, burun buruna.
meet end on: burun buruna çarpışmak.
The two train hit each other end on. (b) kirişleme.
stand/set end on: kirişlemesine koymak.
kavgasına son vermek
Verb
konuşmasını bitirmek
Verb
sinir ucu: duygu/hareket sinirlerinin uçları ve bunlarla işbirliği halinde duygu/hareket sağlayan organ.
Noun
dönüm noktası: oylumsal çözümlemede ayarlı derişimdeki tepkenle, belirlenmek istenenin eşdeğer olduğu
ve kullanılan belirtecin renk değiştirdiği eşdeğerlik noktası.
Noun
son ürün/mahsul, mamul madde, üretim sonunda elde edilen madde.
Noun
son fiyat (en yüksek oranda iskonto uygulanmış reklam yeri ya da zamanı
uyak, kafiye: mısra sonlarının ses uyumu.
Noun
(futbolda) top kaçırma, topu karşı oyuncudan kaçırıp yandan ilerleme.
Noun
muhalefeti/formaliteyi atlatma, kestirmeden sonuca varma.
Noun
(futbolda) top kaçırma, topu karşı oyuncudan kaçırıp yandan ilerleme.
Noun
muhalefeti/formaliteyi atlatma, kestirmeden sonuca varma.
Noun
sehpa: sandalye/kanape yanına konulan küçük masa.
Noun
Ahir zaman
Proper Name, Religion-Faith
arkaya devirme tertibatlı kamyon
uç uca, sıra ile.
We can provide seats for 8 people if we place these 2 tables end to end. from end to end : bir uçtan bir uca.
en sonunda … olmak, bitirmek, son vermek, sonu … olmak.
He ended up by saying … : Sonunda … dedi.
Many of their friends have ended up in prison for terrorist activities: Yıldırma eylemlerine katılan arkadaşlarının çoğu sonunda hapsi boyladı.
sonunda birşey yapmak
Verb
sonunda biriyle aynı duruma düşmek
Verb
sonunda birine benzemek
Verb
son kullanıcı
Noun, Advertising
alan ucu, futbol alanının iki ucu.
Noun
son, akibet.
The fag end of the day.
Noun
izmarit, sigara ucu.
Noun
artık, kalıntı, kumaş parçası.
Noun
başından sonuna kadar
Adverb
ön uç
Information Technology
süpermarkette yazar kasaların bulunduğu bölüm
(US) bir şirketin (imalatla ilgili değil de) pazarlama ile ilgili yüzü
otobüs ve benzeri taşıtların ön camları altındaki reklam yerleri
Noun
(US) bir projeyi başlatmak için paranın önceden ödenmesi
bir işlemle ilgili çıkarları başlangıç aşamasında dağıtmak
Verb
bir yapının sonundaki ilan yeri
başını büyük belaya sokmak
Verb
kablolu televizyonun anten ucu
üst uç
Information Technology
piyasanın üst tabakası için üretilen ve bundan ötürü de çok pahalı olan
Adjective, Economics
Karanın sonu: İngilterenin GB ucu.
Noun
sarkan uç, bağlanmamış/kullanılmamış parça.
There's a loose end hanging from the hem.
Noun
yarım kalmış/tamamlanmamış işler, henüz bir karara bağlanmamış ayrıntılar, çözülmemiş/halledilmemiş/izah
edilmemiş/müphem hususlar.
We've finished the main job, but there are still a few loose ends to tie up. There are too many loose ends in this case.
Noun
alt uç
Information Technology
(a) (zaman) sürekli/devamlı olarak, üstüste, biteviye, sonsuz.
ten days straight/right on end:
üstüste on gün.
He sat there for hours on end. (b) ardarda, birbiri ardınca, pek çok.
It snowed for days on end. (c) dik (durumda) dikine.
We had to stand the table on end to get through the door.
açık son (radyo ya da televizyon programının tarihi önceden saptanmamış bitişi
(memur tazminatı) vadesi belirsiz tazminat sözleşmesi
(US) ipotekli borç senedi
vadesi tespit edilmemiş teslimat sözleşmesi
birçok kez kullanılabilecek kredi
ayrılmalarıyla azalan ve katılımcıların tasarruflarını türlü menkul değerlere yatırarak riski dağıtan
ve uzmanlığı sayesinde menkul değerler portföyün
menkul kıymetler yatırım fonu
dönem sonu
Noun, Accounting
herhangi büyük bir kentin belediye başkanlığı
arka/ art uç, geri kısım, arka taraf.
Noun
kıç, arka.
tail end ile ayni anlama gelir.
Noun
bir aracın arkasına çarpma
bir şeyin son ve adi kısmı
dayanma gücü kalmayıncaya kadar
odada ileri geri yürümek
Verb
Londranın tiyaroları ile meşhur lüks batı bölgesi.
sonsuz, bitmez, sonu gelmez.
yıl sonu envanter kayıt ydıları
Noun
yıl sonu envanter kayıtları
Noun
(US) yıl sonu rakamları
Noun