far

  1. Adverb uzak(ta) uzağa.
    far away = far off: uzak(ta), uzağa.
    How far? Ne kadar uzak(ta)/Nereye
    kadar?
    How far is the school? How far you will be going?
    How far ist it from Ankara: Ankaradan ne kadar uzaktadır?
    We didn't go (very) far: Fazla uzaklaşmadık.
  2. Adverb ileri, ilerlemiş, çok, fazla, bir hayli.
    How far have you got with your plans? Planınızda ne kadar
    ilerlediniz?
    He is very gifted and will go very far: Çok yeteneklidir, muhakkak çok ilerleyecek.
    to make one's money go far: az para ile çok şey almak.
    $10 doesn't go far these days: Bugünlerde 10 dolarla çok şey alınmıyor.
    That will go far towards placating him: Onu teskin etmekte çok yararlı olacak.
    I would even go so far as to say that … : Hattâ daha ileri giderek diyebilirim ki …
    Now you're going a bit too far: Artık çok ileri gidiyorsun/çok abartıyorsun.
    He carried the joke too far: Şakayı çok ileri götürdü.
  3. Adjective (zaman ve yer bakımından) uzak.
    a far country: uzak bir ülke.
    the far past: uzak mazi.
  4. Adjective uzakta bulunan, öbür, öteki.
    the far(ther) side of the street.
  5. Adjective uzun. a far journey.
  6. Adjective aşırı, müfrit.
    a far right organization: aşırı sağcı örgüt.
    a member of the far left: aşırı solcu üye.
aşırı sağ eylem Noun, Politics-Intl. Relations
Kaç aylık hamilesiniz? Sentence
Kaç haftalık hamilesiniz? Sentence
Kaç aylık oldu? Sentence
Kaç haftalık oldu? Sentence
parasını yetiştirmek Verb
çok (daha), ziyadesiyle, fazlasıyla, fersah fersah.
His work is better by far than that any other
carpenter: Onun yaptığı iş, herhangi bir marangozunkinden çok daha iyidir.
(a) çok, pek çok, (b) açıkça, âşikâr surette.
He was by far the best swimmer. (c) büyük bir farkla.
(işi) çok ileriye götürmek, fazla ileri gitmek, haddini aş(ır)mak, (işi) zıvanadan çıkarmak, tadını kaçırmak.

If you pretend to the police that you've discovered a bomb, you may find you've carried the joke too far.
şakayı kaka yapmak Verb
işleri büyütmek Verb
aşırı tevazu göstermek Verb
ifrata kaçmak Verb
(başarıya) ulaşmak, erişmek.
He will go far: Başaracak. (b) büyük etkisi/yardımı dokunmak, (c)
çok dayanmak, (d)
go too far: çok ileri gitmek, haddini aşmak/tecavüz etmek.
I think your rudeness went too far.
That is going too far: Artık bu kadarı da fazla!
(a) çok iş görmek, (para) çok şey satınalmak.
Ten dollars don't go far nowadays. (b) başarılı
olmak, (mesleğinde) ilerlemek.
The boy is clever and will go far (in his job). (c) (ihtiyaca) yetmek, (uzun süre) dayanmak.
Those potatoes won't go far when there are 10 people to feed.
haddini aşmak, fazla ileri gitmek.
(a) ne kadar uzak(ta), (b) ne derece/kerte, ne dereceye kadar.
I don't know how far I should believe him.
köşe bucak, her yerde(n), her tarafta(n), dünyanın/yurdun dört bucağın(d)a(n).
They looked far and
wide for the missing dog.
fazla ileri gitmek, haddi aşmak, çığırından çıkarmak.
(a) şimdilik, şimdiye kadar.
We have built 3 houses so far. (b)
I can only trust him so far:
Ona ancak bir dereceye kadar güvenebilirim.
He accepts teasing just so far and then he gets angry: Şakaya bir dereceye kadar dayanır, sonra kızar.
(a) şimdiye kadar, şimdilik.
so far forth: bu dereceye kadar. (b) o kadar uzak.
çok ileri götürmek, işi zıvanadan çıkarmak, tadını kaçırmak.
You are taking that joke too far and becoming rude.
buraya/şimdiye kadar, bu nisbette.
öte
çok üstün(de)/yüksek(te).
Far above the hill: Tepeden çok yüksekte.
He is far above the rest
of the class: Sınıfta herkesten çok (daha) üstün durumdadır.
elbette, hiç şüphesiz.
This is far and away the best: Hiç şüphesiz en iyisi budur.
şüphesiz, hiç kuşkusuz, hiç şüphe yok (ki), kat kat, (pek) çok.
far and away the best/cheapest:
şüphesiz en iyisi/ucuzu.
She is far and away the better actress.
açık arayla en ... Adjective
açık farkla en ... Adjective
köşe bucak, her yerde(n), her tarafta(n), dünyanın/yurdun dört bucağın(d)a(n).
They looked far and
wide for the missing dog.
köşe bucak, her yerde(n), her tarafta(n), dünyanın/yurdun dört bucağın(d)a(n).
They looked far and
wide for the missing dog.
çok uzak
(ses ya da bakış) hülyalı
uzaklara dalmış
çok eskiden
neme lâzım, ne haddime, asla, kat'iyen, Allah esirgesin, bana göre değil, ben yapamam.
Far be it from
me to call him thief: Ona hırsız demek benim ne haddime!
çok ötesinde, kat kat üstünde.
Far beyond the forest: Ormandan çok ötede.
It's far beyond what
I can afford: Bu takatimin (maddî olanaklarımın) kat kat üstündedir (Buna asla gücüm yetmez).
uzun bir yol
Uzakdoğu
Uzak Doğu Noun, Place Names
Uzakdoğu'ya ait
Uzakdoğu muhabiri
Uzakdoğu politikası Noun
bilâkis, tam tersine, ne münasebet, hâşâ!
I agree with you? Far from it: Seninle aynı fikirde olmak mı? Ne münasebet!
Tam tersi.
Hiç alakası yok.
(a) çok ilerlemiş, ileri safhada.
to be far gone: (hastalığı) çok ilerlemiş olmak. (b) yıpranmış,
hırpalanmış, yorgun, bitkin, (c) ölümü yakın, ölümün eşiğinde, ölmek üzere, bir ayağı çukurda.
(zaman) uzak, ilerlemiş, geç.
He remembers far into the past: Uzak geçmişi anımsıyor.
We worked
far into the night: Gecenin geç saatlerine kadar çalıştık.
He is far from being well: Hiç iyi değildir.
(a) âlâ, mükemmel, (b) üstün, çok ileri.
His taste in art is far out: Sanat zevki çok üstündür.
görüş uzaklığı: gözün rahatça ve net olarak görebildiği en uzak nokta. Noun
arka direk Noun, Football
geniş kapsamlı teklifler Noun
uzak akrabalar Noun
öbür taraf/yüz, öte geçe, karşı yaka.
on the far side: ötesinde, -den ötede. Noun
kırk
(a) çok uzak.
It's a far cry to: Çok uzaktır. (b)
a far/long cry from: çok farklı, tamamıyla
farklı, (aralarında) hiç ilgi yok/dağlar kadar fark var.
The state of affairs in industry is a far cry from what it was last year.
çok farklı.
Being religious can be a far cry from being kind.
...'den çok farklı Noun
yapacak kadar alçalmak Verb
… kadar, … derece(de).
We went as far as the town: Şehre kadar gittik.
I will help you as far
as I can: Elimden geldiği kadar sana yardım ederim.
as far as I am concerned: bence, bana kalırsa, bana sorarsan.
as far as he is concerned: ona kalırsa, ona sorarsan.
as/so far as I know: bildiğime göre, bildiğim kadarı.
as/so far as I can foresee: tahminime göre.
as far as the eye can see: göz alabildiğine.
as far back as I can remember: hatırlıyabildiğim kadarı.
As far back as 1948: Ta 1948 yılında.
göründüğü kadarıyla Adverb
görüldüğü kadarıyla Adverb
o söz konusu olduğunda
bana kalırsa
anlayabildiğim kadarıyla
çıkarabildiğim kadarıyla
anladığıma göre
Bildiğim kadarıyla,
elimden geldiği kadar, bütün gücümle/kuvvetimle.
Bilindiği kadarıyla,
bir dereceye kadar.
mümkün olduğu kadar
mümkün olduğunca Adverb
mümkün olduğu kadar Adverb
mümkün olabildiğince Adverb
mümkün olabildiği kadar Adverb
mümkün mertebe Adverb
mademki ondan bahsediyoruz, ona gelince.
göz alabildiğine.
I see nothing but houses as far as the eye can reach: Göz alabildiğine evden başka bir şey görmüyorum.
göz alabildiğine
'den çok farklı olmak Verb
yanlış yola sapmış olmak Verb
birşeyden çok uzak olmak Verb
birşeyden çok ayrı olmak Verb
birşeyden çok farklı olmak Verb
mümkün olduğunca çok deneme yapmak Verb
mümkün olduğunca geniş bir alanı kapsamak Verb
mümkün olduğu kadar çok şeyi denemek Verb
tatlı rahavet (Tembellik tatlıdır).
bir şeyi mümkün olduğu kadar çabuklaştırmak Verb
ırmağa kadar uzanmak Verb
nadir, pek seyrek.
çok/pek seyrek.
In Nevada the towns are few and far between: Nevadada kasabalar pek seyrektir.
uzaklardan Adverb
uzak diyarlardan Adverb
uzak yerlerden Adverb
uzak ülkelerden Adverb
varmak Verb
büyük etkisi olmak Verb
dönüşü olmayacak derecede ilerlemiş olmak Verb
… bakımından, cihet(iy)le, …'e bakılırsa, … itibarıyla/hasebiyle.
He was German in so far as he was
born in Germany, but he became an American citizen in 1946.
… derece(sin)de, … kadar, ne kadar … ise o kadar …
In so far as we can believe these facts we will
use them.
(In) so far as I know: Bildiğim kadar.
… bakımından, cihet(iy)le, …'e bakılırsa, … itibarıyla/hasebiyle.
He was German in so far as he was
born in Germany, but he became an American citizen in 1946.
şehirden uzak yaşamanın güçlüğü
haddini bilmek Verb
âşikâr, gözönünde, uzakta aramaya gerek yok.
her yere dağılmak Verb
kayıp çocuğu bulmak için bakılmadık yer bırakmamak Verb
… kadar, … derece(de).
We went as far as the town: Şehre kadar gittik.
I will help you as far
as I can: Elimden geldiği kadar sana yardım ederim.
as far as I am concerned: bence, bana kalırsa, bana sorarsan.
as far as he is concerned: ona kalırsa, ona sorarsan.
as/so far as I know: bildiğime göre, bildiğim kadarı.
as/so far as I can foresee: tahminime göre.
as far as the eye can see: göz alabildiğine.
as far back as I can remember: hatırlıyabildiğim kadarı.
As far back as 1948: Ta 1948 yılında.
… derece(sin)de, … kadar, ne kadar … ise o kadar …
In so far as we can believe these facts we will
use them.
(In) so far as I know: Bildiğim kadar.
… şöyle dursun, … bir yana, -den vazgeçtik, … yerine/yerde.
So far from taking my advice, he went
and did what I warned him against: Nasihatimi tutmak şöyle dursun, gidip yapma dediğimi yaptı.
şimdiye kadar hoş/âlâ, şimdilik işler yolunda.
Hiç de öyle değil. Sentence
Avrupa, Amerika ve Uzak Doğu Ülkeleri Dairesi Noun, Organizations
  1. Noun headlight
  2. Noun eyeshadow
  3. Noun head light
  4. Noun eye shadow
  5. Noun light
  6. Noun frontlight
dimmed illumination
full illumination
halogen headlight Noun, Transport
dipped-beam headlamp Noun, Transport
head lamp Transport
head light Transport
headlight Noun, Transport
headlamp Noun, Transport
main-beam headlamp Noun, Transport
headlamp adjustment
headlight aiming
headlamp setting
headlight adjustment
focusing of lamp
lamp lens Noun, Transport
headlight wiper Transport

Turkish Dictionary (Kubbealti Turkish Dictionary)

  1. Kadınların süs ... sürdükleri boya
  2. Taşıtların ön kısmında bulunan ve yolu ... camla örtülü kuvvetli lamba
  3. Fâre