aşırı sağ eylem
Noun, Politics-Intl. Relations
Kaç aylık hamilesiniz?
Sentence
Kaç haftalık hamilesiniz?
Sentence
Kaç haftalık oldu?
Sentence
parasını yetiştirmek
Verb
çok (daha), ziyadesiyle, fazlasıyla, fersah fersah.
His work is better by far than that any other carpenter: Onun yaptığı iş, herhangi bir marangozunkinden çok daha iyidir.
(a) çok, pek çok, (b) açıkça, âşikâr surette.
He was by far the best swimmer. (c) büyük bir farkla.
(işi) çok ileriye götürmek, fazla ileri gitmek, haddini aş(ır)mak, (işi) zıvanadan çıkarmak, tadını kaçırmak.
If you pretend to the police that you've discovered a bomb, you may find you've carried the joke too far.
aşırı tevazu göstermek
Verb
(başarıya) ulaşmak, erişmek.
He will go far: Başaracak. (b) büyük etkisi/yardımı dokunmak, (c)
çok dayanmak, (d)
go too far: çok ileri gitmek, haddini aşmak/tecavüz etmek.
I think your rudeness went too far.
That is going too far: Artık bu kadarı da fazla!
(a) çok iş görmek, (para) çok şey satınalmak.
Ten dollars don't go far nowadays. (b) başarılı
olmak, (mesleğinde) ilerlemek.
The boy is clever and will go far (in his job). (c) (ihtiyaca) yetmek, (uzun süre) dayanmak.
Those potatoes won't go far when there are 10 people to feed.
haddini aşmak, fazla ileri gitmek.
(a) ne kadar uzak(ta), (b) ne derece/kerte, ne dereceye kadar.
I don't know how far I should believe him.
köşe bucak, her yerde(n), her tarafta(n), dünyanın/yurdun dört bucağın(d)a(n).
They looked far and wide for the missing dog.
fazla ileri gitmek, haddi aşmak, çığırından çıkarmak.
(a) şimdilik, şimdiye kadar.
We have built 3 houses so far. (b)
I can only trust him so far:
Ona ancak bir dereceye kadar güvenebilirim.
He accepts teasing just so far and then he gets angry: Şakaya bir dereceye kadar dayanır, sonra kızar.
(a) şimdiye kadar, şimdilik.
so far forth: bu dereceye kadar. (b) o kadar uzak.
çok ileri götürmek, işi zıvanadan çıkarmak, tadını kaçırmak.
You are taking that joke too far and becoming rude.
buraya/şimdiye kadar, bu nisbette.
çok üstün(de)/yüksek(te).
Far above the hill: Tepeden çok yüksekte.
He is far above the rest of the class: Sınıfta herkesten çok (daha) üstün durumdadır.
elbette, hiç şüphesiz.
This is far and away the best: Hiç şüphesiz en iyisi budur.
şüphesiz, hiç kuşkusuz, hiç şüphe yok (ki), kat kat, (pek) çok.
far and away the best/cheapest:
şüphesiz en iyisi/ucuzu.
She is far and away the better actress.
açık arayla en ...
Adjective
açık farkla en ...
Adjective
köşe bucak, her yerde(n), her tarafta(n), dünyanın/yurdun dört bucağın(d)a(n).
They looked far and wide for the missing dog.
köşe bucak, her yerde(n), her tarafta(n), dünyanın/yurdun dört bucağın(d)a(n).
They looked far and wide for the missing dog.
(ses ya da bakış) hülyalı
neme lâzım, ne haddime, asla, kat'iyen, Allah esirgesin, bana göre değil, ben yapamam.
Far be it from me to call him thief: Ona hırsız demek benim ne haddime!
çok ötesinde, kat kat üstünde.
Far beyond the forest: Ormandan çok ötede.
It's far beyond what I can afford: Bu takatimin (maddî olanaklarımın) kat kat üstündedir (Buna asla gücüm yetmez).
Uzak Doğu
Noun, Place Names
bilâkis, tam tersine, ne münasebet, hâşâ!
I agree with you? Far from it: Seninle aynı fikirde olmak mı? Ne münasebet!
(a) çok ilerlemiş, ileri safhada.
to be far gone: (hastalığı) çok ilerlemiş olmak. (b) yıpranmış,
hırpalanmış, yorgun, bitkin, (c) ölümü yakın, ölümün eşiğinde, ölmek üzere, bir ayağı çukurda.
(zaman) uzak, ilerlemiş, geç.
He remembers far into the past: Uzak geçmişi anımsıyor.
We worked far into the night: Gecenin geç saatlerine kadar çalıştık.
He is far from being well: Hiç iyi değildir.
(a) âlâ, mükemmel, (b) üstün, çok ileri.
His taste in art is far out: Sanat zevki çok üstündür.
görüş uzaklığı: gözün rahatça ve net olarak görebildiği en uzak nokta.
Noun
arka direk
Noun, Football
geniş kapsamlı teklifler
Noun
öbür taraf/yüz, öte geçe, karşı yaka.
on the far side: ötesinde, -den ötede.
Noun
(a) çok uzak.
It's a far cry to: Çok uzaktır. (b)
a far/long cry from: çok farklı, tamamıyla
farklı, (aralarında) hiç ilgi yok/dağlar kadar fark var.
The state of affairs in industry is a far cry from what it was last year.
çok farklı.
Being religious can be a far cry from being kind.
yapacak kadar alçalmak
Verb
… kadar, … derece(de).
We went as far as the town: Şehre kadar gittik.
I will help you as far as I can: Elimden geldiği kadar sana yardım ederim.
as far as I am concerned: bence, bana kalırsa, bana sorarsan.
as far as he is concerned: ona kalırsa, ona sorarsan.
as/so far as I know: bildiğime göre, bildiğim kadarı.
as/so far as I can foresee: tahminime göre.
as far as the eye can see: göz alabildiğine.
as far back as I can remember: hatırlıyabildiğim kadarı.
As far back as 1948: Ta 1948 yılında.
göründüğü kadarıyla
Adverb
görüldüğü kadarıyla
Adverb
elimden geldiği kadar, bütün gücümle/kuvvetimle.
mümkün olduğu kadar
Adverb
mümkün olabildiğince
Adverb
mümkün olabildiği kadar
Adverb
mademki ondan bahsediyoruz, ona gelince.
göz alabildiğine.
I see nothing but houses as far as the eye can reach: Göz alabildiğine evden başka bir şey görmüyorum.
'den çok farklı olmak
Verb
yanlış yola sapmış olmak
Verb
birşeyden çok uzak olmak
Verb
birşeyden çok ayrı olmak
Verb
birşeyden çok farklı olmak
Verb
mümkün olduğunca çok deneme yapmak
Verb
mümkün olduğunca geniş bir alanı kapsamak
Verb
mümkün olduğu kadar çok şeyi denemek
Verb
tatlı rahavet (Tembellik tatlıdır).
bir şeyi mümkün olduğu kadar çabuklaştırmak
Verb
ırmağa kadar uzanmak
Verb
çok/pek seyrek.
In Nevada the towns are few and far between: Nevadada kasabalar pek seyrektir.
dönüşü olmayacak derecede ilerlemiş olmak
Verb
… bakımından, cihet(iy)le, …'e bakılırsa, … itibarıyla/hasebiyle.
He was German in so far as he was born in Germany, but he became an American citizen in 1946.
… derece(sin)de, … kadar, ne kadar … ise o kadar …
In so far as we can believe these facts we will use them.
(In) so far as I know: Bildiğim kadar.
… bakımından, cihet(iy)le, …'e bakılırsa, … itibarıyla/hasebiyle.
He was German in so far as he was born in Germany, but he became an American citizen in 1946.
şehirden uzak yaşamanın güçlüğü
âşikâr, gözönünde, uzakta aramaya gerek yok.
kayıp çocuğu bulmak için bakılmadık yer bırakmamak
Verb
… kadar, … derece(de).
We went as far as the town: Şehre kadar gittik.
I will help you as far as I can: Elimden geldiği kadar sana yardım ederim.
as far as I am concerned: bence, bana kalırsa, bana sorarsan.
as far as he is concerned: ona kalırsa, ona sorarsan.
as/so far as I know: bildiğime göre, bildiğim kadarı.
as/so far as I can foresee: tahminime göre.
as far as the eye can see: göz alabildiğine.
as far back as I can remember: hatırlıyabildiğim kadarı.
As far back as 1948: Ta 1948 yılında.
… derece(sin)de, … kadar, ne kadar … ise o kadar …
In so far as we can believe these facts we will use them.
(In) so far as I know: Bildiğim kadar.
… şöyle dursun, … bir yana, -den vazgeçtik, … yerine/yerde.
So far from taking my advice, he went and did what I warned him against: Nasihatimi tutmak şöyle dursun, gidip yapma dediğimi yaptı.
şimdiye kadar hoş/âlâ, şimdilik işler yolunda.
Hiç de öyle değil.
Sentence
Avrupa, Amerika ve Uzak Doğu Ülkeleri Dairesi
Noun, Organizations