alabildiğine koşarak, bütün hızı ile.
acayip, öyle mi dedi? acayip
sahi mi? ne diyorsun? bak hele!
“He said you were crazy.” “ Did he, though ”: Senin için delidir
dedi.” “Bak yediği naneye!”
bir kimseye gerekli şeyleri sağlamak
Verb
entitled bir işçiye hakkı olan ihbar önelini vermek
Verb
işçiye hakkı olan ihbar önelini vermek
Verb
Yüz verince astarını ister.
birini çocukluğundan beri tanımak
Verb
o (erkek), kendisi. ç.:
they (onlar). İyelik hali:
his (onun).
their/theirs: onların(ki).
Nesnel hali:
him (onu),
them (onları).
erkek (şahıs/hayvan).
There was 3 he's and 2 she's in the litter of kitten.
(önek olarak) erkek.
he-goat: teke.
burnu bile kanamamak
Verb
sonunda bizim dediğimize geldi
O senin eline su dökemez.
Sentence
milletvekili sıfat ıyla kovuşturulmadan muaf tutulmasını istedi
ona bakmaya tahammül edemiyordu
Karavanaya attı/isabet ettiremedi/boşa salladı.
Onun dünyadan haberi yok/Elifi görse mertek sanır/Kara cahilin biridir/Hiçbir şey bilmez/Şapı görse şeker sanır.
aklı başında değil, bunak, aptal, budala.
birkaç sıyrıkla paçasını kurtardı
ona davetkâr bir bakış fırlattı
tıraş olurken çenesini kesmek
Verb
eldivenlerini giymek mişti
kabul etmekten başka çaresi yoktu
kendisine bir iş teklif edildi
Yine her zamanki marifetini yaptı.
Meteliğe kurşun atıyor, meteliği/beş parası yok.
Meteliğe kurşun atıyor, meteliği/beş parası yok.
kendi canını acıtmak
Verb
(hastalıktan) ayağa kalktı
onun adına hareket ediyor
sahtekârlıktan uluslararası tutuklama emri var
beni görmeyi kafa sına koymuş
İşi ciddiye almıyor/umurunda değil/işin alayında.
Amerikalı kim, o kim! (Ne münasebet, o Amerikalı değildir).
fiillerinden sorumlu değil
Taşrada /şehir dışındadır.
(Br) ister istemez yapacaktı
O ne kurnazdır/ne hinoğlu hindir!
anasının gözüdür, hinoğlu hindir.
kimsenin eşlik etmemesini şart koştu
kalabalıkta kendine yol açmak
Verb
(a) İyi kürek çeker, (b) görevini iyi/hakkıyla yapar.
ağır tazminata mahkûm oldu
kahramanlık nişanıyla taltif edildi
ezici bir çoğunlukla seçildi
Tam zamanında yetişti.
You know, none better, how poor I am: Ne kadar fakir olduğumu siz herkesten iyi bilirsiniz.
bana karşı soğuk davrandı
çok ısrar etti reddedemedim
Son gülen iyi güler.
Sentence
İddia ediyor ki.
As Plato has it: Eflâtunun dediği gibi.
Rumor has it that the government will fall: Söylentiye göre hükümet düşecek.
he has.
he's got two cars.
Kendi başına buyruktur, kimseyi dinlemez.
Artık fazla oluyor, haddini aşıyor.
That's the limit! Bu kadar olur! Bu kadarı da fazla! Herşeyin
bir haddi var! Çekilir şey değil! Bundan fazlasına müsaade edemem.
within a two-mile limit: iki mil içinde.
on/off limits
ask. girilir/girilemez.
O ne kurnazdır/ne hinoğlu hindir!
düşkünezenlik etmek, düşene bir tekme de kendisi vurmak.
Kick him down: Vur abalıya!
acaba niye gecikti diyordum ?
gitme telaşı içinde kalemini unuttu
trene yetişmek için acelesinden şapkasını takside unuttu
en iyisi istifa etmek olurdu
düşmüş birine tekme atmak
Verb
birinin karşı karşıya olduğu tehlikeleri gözü önüne koymak
Verb
birini istediğini yapmaya bırakmak
Verb
bayılmıştı , şimdi açılmak lıyor
birine sözünü tutturmak
Verb
varıni yoğunu sarfetmek
Verb
Köpeği an, taşı hazırla (Kendinden bahsedilirken çıkagelen biri hakkında söylenir).
Adjective
Bu adamın zor tarafı dikkafalı olmasıdır.
hele bir … yapsın da görsün, haddine mi düşmüş (şiddetle red/uyuşmazlık ifade eder).
“Jo says he'll go to town.” “The hell he will!” “Jo şehre gideceğini söylüyor.” “Hele bir gitsin de görsün! = Hele gitsin, ben ona gösteririm! = Haddine mi düşmüş gitmek!”
Nasıl bir tepki göstereceğini bilmek imkansız.
Nasıl bir tepki göstereceği bilinmez.
Ne yapacağını bilmek imkansız.
Ne zaman döneceğini bilmek imkansız.
Ne zaman döneceği bilinmez.
Nereye gittiğini bilmek imkansız.
.. ile kendini avutmak uyor
zor durumda bulunmak, müşkülâta saplanmak.
kendisinden söz edilirken çıkagelen kişi için kullanılır
~ ne almak ~den atlamak ~ de bıçak vardı ~ nde durmak ~ ne düşmek ~ nde ka