Kelt haçı: dairesel zemin üzerine yapılmış haç.
haç üstünde İsa resmi veya heykeli.
Noun
istavroz çıkarma, el ile haç işareti yapma.
make a sign of the cross: istavroz çıkarmak.
Noun
haç şeklinde yapı/anıt.
Noun
Hristiyanlık, Hristiyanlar, Hristiyan dünyası.
Noun
birbirini dik kesen iki çizgiden oluşan şekil, çapraz:
+ veya
x gibi.
Noun
imza atamayan kimsenin imza yerine çizdiği haç işareti.
sign with a cross: imza yerine haç çizmek.
Noun
terslik, aksilik.
fiery cross: halkı isyana teşvik eden işaret.
Noun
melez, soyu karışık (hayvan, bitki vb.).
A tiglon is a cross between a tiger and a lion.
Noun
karışım, mutavassıt: farklı karakterdeki iki şey/şahıs arasında ortalama karakterli şey/kimse.
a cross between poetry and prose: koşuk-düzyazı karışımı.
The drink tasted like a cross between coffee and hot chocolate.
Noun
(boks) yan vuruş.
The champion knocked him out with a right cross to the chin.
Noun
Southern Cross ile ayni anlama gelir. (Güney) Çapraz Burcu.
Noun
gam, elem, dert, ıstırap, keder, cefa.
bear one's cross = take up one's cross: eziyete sabırla
katlanmak, cefaya göğüs germek, ıstırabı sineye çekmek.
Noun
danışıklı dövüş: sonucu önceden kararlaştırılmış oyun/yarışma.
Noun
kontak, kısadevre.
Noun, Electronics
çapraz.
cross-correlations: çapraz ilişkiler, zaman/uzay içerisinde sıralanmış diziler arasındaki
ilişkiler.
cross table: çapraz çizelge, olumsallık çizelgesi.
Noun, Statistics
haç/ıstavroz çıkarmak, haç işareti yapmak.
cross my heart: Vallahi! Yemin ederim ki!
cross oneself: ıstavroz çıkarmak.
Verb
haç ile işaretlemek, haç işareti /çapraz işaret koymak.
Verb
cross off/out: (yazıyı) iptal etmek, üstüne çizgi çizmek, karalamak, bozmak, silmek.
Verb
çapraz yapmak, çaprazlamak.
cross one's fingers: iyi şans dilemek.
cross one's legs: ayak ayak üstüne atmak.
Verb
çapraz çizgi çekmek.
Verb
yelken taşıyıcı sırığı gemi direğine tespit etmek.
Verb
birbirini kesmek/katetmek, kavuş(tur)mak.
cross one's arms: kollarını kavuşturmak.
Verb
karşıdan karşıya geçmek/uzanmak.
Verb
bir şeye dik yönde taşımak/nakletmek.
Verb
karşılaşmak, karşılaşıp yoluna devam etmek.
Verb
ihanet etmek, gizlice karşı tarafla anlaşıp arkadaşını aldatmak, iki tarafı da idare etmek, ikiyüzlülük
yapmak.
crossed in love: aşkta ihanete uğramış.
Verb
açıkça karşı gelmek, muhalefet etmek.
Verb
melezleş(tir)mek, ırkları karış(tır)mak.
Verb, Biology
düşmanca karşısına dikilmek.
cross sword with … : … ile çekişmek/kavga etmek.
Verb
sahnede boydan boya yürümek.
Verb, Theatre
çapraz.
cross timbers.
Adjective
karşılıklı, mütekabil.
Adjective
zıt, aksi, mukabil, karşı.
crossaction huk. mukabil dava.
be at cross purposes:
Birinin amacını (kasten olmayarak) yanlış anlayıp karşı durmak/zıt hareket etmek.
Adjective
aykırı, elverişsiz, gayrımüsait, muhalif.
Adjective
öfkeli, kızgın, mütehevvir.
The old lady was really crosswhen the boy's ball broke her window.
Adjective
ters, huysuz, titiz.
as cross as two sticks/as a bear: çok huysuz.
Adjective
dargın, küskün, gücenmiş.
be cross: darılmak, küsmek, gücenmek.
Adjective
çaprazvari, çaprazlamasına, birbirini kesecek şekilde.
Adverb
karşıdan karşıya, köşeden köşeye, köşelemesine.
Adverb
istavroz
Noun, Religion-Faith
dava-yı mütekabile
Noun, Law
bir davada her iki taraf mahkeme kararını temyiz etmek
Verb
bir davada her iki tarafın kararı temyiz etmeleri
Noun
(Br) Lordlar Kamarası'nda bağımsız ya da tarafsız milletvekillerinin oturduğu sıralar
Noun
(Br) herhangi bir partiye bağlı olmayan
(Br) davalının davacıya karşı dava ile ilgili şikâyetini bildiren dilekçe
senet mukabili verilen poliçe veya emre yazılı senet
ceza hukukunda bir davada davacı durumunda bulunan bir kimsenin bir başka davada davalı olduğu ithamname
(duvarcılıkta) çapraz tuğla örgü.
Noun
karşı talep bite bulunmak
Verb
karşı cinsin giysilerini giyme
alacak kayıtları (bir hesabın alacak tarafına yapılan kayıt
muhasebe kaydının ters kayıt ile iptali
kaydın ters kayıt ile iptali
tasdiki karar müzekkeresinde davalının gösterdiği hatalar
Noun
bir tarafın çağırdığı tanığın diğer tarafça sorguya çekilmesi
dava esnasında bir avukatın öbür tarafın tanığına soru sorması
bir tarafın ikame ettiği tanığın diğer tarafça sorguya çekilmesi
aleyhteki tanığa soru sorma
işaret karışması (bir devredeki telgraf sinyallerinin diğer telgraf veya telefon sinyalleri ile karışması
(borsada) karşılıklı hatır bonoları keşide etme
çiçekli haç: kollarının ucunda zambak resmi olan haç.
Noun
çapraz kıl: dürbün, teleskop gibi optik aletlerde merkezi gösteren birbirine dik iki ince kıl.
Noun
paralel çapraz çizgiler
Noun
kitapta bulunması gereken notların listesi
sanayi alanları arasında sermaye hareketi
bacak bacak üstüne atmak
Verb
(gemi) (bir çarpışmada her iki geminin hasara uğraması durumunda) karşılıklı maliyet
(gemi) karşılıklı sorumluluk
çapraz çarpmak: bir kesrin payını öbürünün paydası ile çarparak iki çarpım elde etmek.
Intransitive Verb
karşıya geçmek, asmak, (casus) taraf değiştirmek.
(US) bir şirketin bir ya da daha çok gazete ve radyo ya da televizyon istasyonuna sahip olması
sermayelerin kartelleşmesi
iki sendikanın çaprazlama grev gözcülüğü
birbirini çaprazlama kesen herhangi bir şey
anlaştık sanıp gerçekte anlaşamama
karşı tarafın tanığına soru sorma
kitapta bakılması gereken yeri gösteren not
çapraz başvuru
Information Technology
iki ya da daha çok sayıdaki hissedara kalan iki ya da daha çok hissenin her biri
(biri hisseleri almazsa ötekine ya da başkalarına geçer
borsa komisyoncusunun aynı miktardaki menkul kıymetin alım-satım işlemler
Noun
menkul kıymet komisyoncusunun bir işlemin tamamlanması sırasında alıcı ve satıcı tarafların temsilcisi
olarak hareket etmesi (borsa komisyoncusunun ay
kesit alma, makta çıkarma.
Noun
çeşni, özet, örnek: bir bütünün bütün özelliklerini taşıyan küçük numune.
a cross section of American opinion.
Noun
sürvey çizgisine dik yönde alınan düşey toprak kesiti.
Noun
nuclear cross section ile ayni anlama gelir. etkin kesit: bir öğeciğin gelen bir temel parçacık
demetine gösterdiği etkin yüzey; bu yüzey, parçacıklarla öğecik arasındaki etkileşim olasılığının ölçüsüdür.
Noun
eni yükseklikten büyük olan boy
yan sokak, dik sokak, bir sokağı kesen ikinci sokak.
Noun
(a) vuruşmak, dövüşmek, savaşmak, harbe tutuşmak, (b) çatışmak, anlaşamamak, şiddetli anlaşmazlık halinde olmak.
yanses, diyafoni: bir telefon/radyo kanalına başka kanallardan sızan yabancı/istenmeyen/bozucu konuşma.
Noun
kenar ipliği: antika işlemede iplik çekildikten sonra kumaşta kalan iplik.
Noun
afişlerin yapıştırıldığı yer
demiryolunun öteki yanında
(US) (borsada) takas muamelesi
işini bozmak, atlatmak, hıyanet etmek.
cross someone's plans: birinin işini/planlarını bozmak/altüst etmek.
yan-yel, yan-rüzgâr, karşı-yel, karşı-rüzgâr: bir uçak veya vapurun gidiş doğrultusuna dik esen rüzgâr.
Noun
çapraz kıl: dürbün, teleskop gibi optik aletlerde merkezi gösteren birbirine dik iki ince kıl.
Noun
eliyle haç işareti yapmak
Verb
(a) aldatma, dolandırma, kazık atma, (b) danışıklı dövüş: oyunu kaybetmeyi önceden kabul ettiği halde yapmacıktan dövüşme.
Noun
çiftemelez: iki melezden üreyen melez.
Noun, Genetics
yanan haç: Ku Klux Klan gibi bazı kuruluşlarca korku/dehşet uyandırmak için kullanılır.
Noun
yanık haç: eskiden İskoçyada silah altına davet için kullanılan ucu kömürleşmiş haç.
Noun
Rum/Ortodoks haçı: dört kolu eşit haç.
Demir Haç: Prusya madalyası (Birinci Dünya Savaşı), Almanya kahramanlık nişanı (İkinci Dünya Savaşı).
Kudüs haçı: uçları T şeklinde son bulan haç.
Lâtin haçı: tepesinde kısa bir yatay çubuk bulunan haç.
(a) Malta haçı, dört kolu eşit ve uçları çentikli haç, (b) scarlet lychnis.
(motosiklet) motokros yarışı
(denizcilere verilen) kahramanlık nişanı.
cross ile ayni anlama gelir. (Güney) Çapraz Burcu.