Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık.
Sentence, Idioms
İki ucu boklu değnek.
Sentence, Idioms
kendini birşey sanmak
Verb
birşeymiş gibi davranmak
Verb
birşey gibi davranmak
Verb
sonsuz/nihayetsiz olarak, ilânihaye.
sanki, gûya, tıpkı, … imiş gibi, âdetâ.
It was as if the world has come to an end: Sanki dünyanın
sonu gelmişti.
He shook his head as if (he wanted) to say “No.”: “Hayır” demek ister gibi başını salladı.
as if I cared: Sanki umurumda! (Umurumda değil!)
looks as if … : … anlaşılıyor/görülüyor.
It looks as if you have no friends: Hiç dostun olmadığı anlaşılıyor (= Görülüyor ki hiç dostun yok).
sanki, … imiş gibi, gûya, sözde.
He acted as if he didn't know: Bilmiyormuş gibi davrandı.
As if you didn't know: Sanki bilmiyor muydun(uz)? (= Muhakkak biliyordunuz = Bilmediğinize inanmam).
terzi elinden yeni çıkmış gibi.
bütün bunlar yetmezmiş gibi, bunlar da yetmezmiş gibi, üstüne üstlük
Adverb
bütün bunlar yetmezmiş gibi, bunlar da yetmezmiş gibi, üstüne üstlük
Adverb
gerekirse, icabederse, ihtiyaç hasıl olursa, gerektiği/icabettiği zaman, ne zaman lâzım olursa.
Take money from the bank as the need arises.
Yanlışsam düzeltin.
Sentence
hattâ, … bile, … olsa da.
even if he came himself, I would not do it: O bizzat gelse bile bu işi yapmam.
birşey gibi hissetmek
Verb
sanmak, hissine/zehabına kapılmak, … gibi duymak/hissetmek.
I feel as if my leg were broken. My leg feels as though it was broken.
eğer, şayet, … ise/-se/-sa, … takdirde, … halinde.
Conjunction
-e rağmen/mukabil/karşın … ise de, … olsa bile, … olmakla beraber.
I'll do it even if takes me all day: Bütün günümü alsa bile bunu yapacağım.
Conjunction
… mi, olup olmadığını, acaba … .
He asked if I knew German: Almanca bilip bilmediğimi sordu.
Ask if he is at home: Evde olup olmadığını sor (= Sor bakalım evde mi?).
Let me know if you are coming: Gelip gelmeyeceğini bana bildir.
Conjunction
edebî üslûpta
if kullanılmadan fiil soru şekline sokulup “eğer, şayet … ” anlamı verilir:
Were I in your place =
If I were in your place: Yerinizde olsaydım.
Should it be necessary =
If it should be necessary: Gerekirse.
Had I known earlier =
If I had known earlier: Daha önce haberim olsaydı.
Conjunction
Olumsuz bir fiilden önce gelen
if hayret, üzüntü, öfke, esef vb. bildirir.
Well, if I haven't left my umbrella in the train! Bir de şemsiyemi trende unutmayayım mı!
And if he didn't try to knock me down! Bir de beni vurup yere sermeye yeltenmesin mi!
If he hasn't done it again! Hem de aynı şeyi gene yaptı.
Conjunction
belirsizlik, meçhul, bilinmeyen şey.
The future is full of ifs.
Noun
koşul, şart.
There are too many ifs in his agreement.
Noun
= intermediate frequency: orta frekans.
en kötü ihtimalle, pek sıkışırsa/sıkıya gelirse.
If the worst comes to the worst , we can always go by bus tomorrow.
herşey yolunda giderse
Adverb
bir aksilik olmazsa
Adverb
bir aksilik çıkmazsa
Adverb
şu farkla ki, bir fark varsa (o da).
If anything, my new job is harder than my old one: Bir fark
varsa, yeni işim eskisinden daha zor.
hattâ, üstelik, bil'akis.
If anything, you ought to apologize: Üstelik sen özür dilemelisin.
olsa olsa.
You will find it in London if anywhere: Olsa olsa onu Londrada bulabilirsiniz.
gerekli görülen hallerde
Adverb
gerekli görülen durumlarda
Adverb
(Br) posta ile tebliğ edildiğinde
posta ile tebliğ edildiğinde
keşke, bari.
If even I could see her: Bari onu görebilsem.
… bile, şayet, eğer, kazara.
We seldom if ever go: Gitsek bile pek seyrek/nadiren gideriz.
If ever you see him: Eğer onu görecek olursanız.
Now if ever is the moment to act: Harekete geçmenin tam zamanıdır (Harekete geçmenin zamanı varsa işte şu andır).
He's a liar if ever there was one: Yalancının tekidir (= Eğer bir tek yalancı varsa odur).
He is a poet if ever there was one: Dünyada tek şair varsa o da odur (Ben şair diye ona derim/şairlik ona yakışır).
seldom if ever = scarcely ever: nadiren, belki de (hemen hemen) hiç.
herşey yolunda giderse
Adverb
bir aksilik olmazsa
Adverb
bir aksilik çıkmazsa
Adverb
herşey yolunda giderse
Adverb
bir aksilik olmazsa
Adverb
bir aksilik çıkmazsa
Adverb
seni bu işi yaparken yakalarsam
yanlış hatırlamıyorsam
Adverb
yanlış hatırlamıyorsam
Adverb
senin yerinde olsaydım
Adverb
yanlış hatırlamıyorsam
Adverb
… olmasa idi.
If it hadn't been for the snow, we could have climbed tha mountain: Kar olmasaydı dağa tırmanabilirdik.
yanlış hatırlamıyorsam
Adverb
hafızam beni yanıltmıyorsa
Adverb
yanlış hatırlamıyorsam
Adverb
adres değiştirmiş ise gönderene iadesi
Noun
hafızam beni yanıltmıyorsa
hafızam beni yanıltmıyorsa
Adverb
yanlış hatırlamıyorsam
Adverb
gerekirse, icabında, icabederse, lüzumu halinde, zaruret halinde, hîni hacette.
gerekirse, icabında, lüzumu halinde.
aksi takdirde, hiç olmazsa, … değilse (de), … olmasa bile.
Her clothes are neat, if not stylish:
Elbiseleri modaya uygun olmasa bile, zarif.
keşke.
If only I knew: Keşke bilseydim.
If only Dad could see me now! Keşke babam bu günümü görebilseydi.
keşke.
If only wars would cease: Keşke savaşlar sona erse.
If only she would come: Keşke gelebilse.
zorunlu olması halinde
Adverb
Eğer bu doğru ise, bu halde.
cevap olumlu olduğu takdirde
aksi sabit olduğu takdirde
gecikmesinde sakınca bulunan durumlarda
Adverb, Law
gecikmesinde sakınca bulunan hallerde
Adverb, Law
sizce bir sakıncası yoksa
Adverb
zorunlu olması halinde
Adverb
adreste bulunmadığı takdirde lütfen gönderene iade edin
işin kötü tarafı düşünüldüğünde
işin kötü tarafı düşünüldükte
ister beğen ister beğenme
içinden öyle gelmek yorsa
(a) isterseniz, arzu ederseniz, hoşunuza giderse, (b) lütfen, rica ederim, (c) “işin garibi, tuhaftır
ki” anlamında şaşkınlık, hoşnutsuzluk, hayret vb. ifade eder.
The missing letter was in his pocket, if you please!: İşin garibi, kayıp mektup cebinden çıktı!
iş o kerteye gelince, durum ciddîleşirse, bıçak kemiğe dayanırsa.
Yaparsam kahrolayım = Vallahi yapmam.
Bahse girerim ki, … ise arap olayım.
I'll eat my hat if England wins tomorrow.
Eğer … (yaparsam) kahrolayım = Dünyada … (yapmam) = … (yaparsam) bana da insan demesinler.
doğru değil, aslı yok, sebebi … değil, … için değil.
It isn't as if she weren't/isn't pretty = It isn't as if she were/is ugly: Güzel olmadığı (çirkin olduğu) doğru değil (= Güzel olmasına güzel!)
I don't understand why she likes him so much, It isn't as if he's good looking at all: Onun nesine âşık bilmem, herhalde güzelliğine değil.
Galiba, görünüşe göre.
It seemed as if he didn't understand: Galiba anlamadı.
en iyisi istifa etmek olurdu
doğru değil, aslı yok, sebebi … değil, … için değil.
It isn't as if she weren't/isn't pretty = It isn't as if she were/is ugly: Güzel olmadığı (çirkin olduğu) doğru değil (= Güzel olmasına güzel!)
I don't understand why she likes him so much, It isn't as if he's good looking at all: Onun nesine âşık bilmem, herhalde güzelliğine değil.
ama kamarada tek kişi kalmak istemesi fiili
gemiyle yolculuk yapan bir kişinin tek kişilik ücret ödememek için kamarayı paylaşmayı kabul etmesi
… gibi davranmak, … süsü vermek, … taslamak, yapar gibi görünmek.
Biraz komik olacak, ama ...
İstediğin kadar dalga geç ama ...
beğenilmediği takdirde para iade olunur
çok, son derece.
He was nothing if not clever: Çok zeki idi.
He is nothing if not generous: Son derece cömerttir.
iki dirhem bir çekirdek olmak.
ya … ise/olursa?
what if everyone who was invited comes? Ya davet edilenlerin hepsi gelirse?
Peki ya ... ise ne olacak?
ya … ise/olursa? farzedelim ki.
What if it rains? Ya yağmur yağarsa?
Benim yerimde olsan ne yapardın?