Verb ummak, ümit etmek, beklemek, intizar etmek, muntazır olmak, (olacağını) tahmin etmek. to expect guests:
misafir beklemek. to expect a hurricane: kasırga çıkacağını tahmin etmek. I expect (that) he'll pass the examination. That was to be expected: Bu bekleniyordu/Bunun böyle olacağı belli idi. I expected as much: Bu kadarını bekliyordum. I don't know what to expect: Ne olacağını bilmiyorum. I did not expect that from him: Ondan bunu beklemezdim. Don't expect me till you see me: Beni bekleme, gelebilirsem gelirim. to expect someone to do something: (a) birinin bir şeyi yapmasını beklemek, (b) birinden bir şeyi yapmasını istemek. He did not have the success he expected: Umduğu başarıya ulaşamadı. to expect to do (something): (bir şey) yapmayı tasarlamak. to expect the worst: en kötü olasılığı gözönüne almak.
Verb (haklı olarak) beklemek, talep etmek, (bir şeyin olmasını) istemek. We expect obedience. He expected
respect from his students. What do you expect of me? Benden ne istiyorsun? What do you expect me to do about it: Bu hususta ne yapmamı istiyorsun?
Verb sanmak, zannetmek, tahmin etmek. I expect they'll be coming by car: Otomobille gelecekler sanırım.
This suitcase is not as heavy as I expected: Bu bavul zannettiğim kadar ağır değilmiş. He failed, as we had expected.
Verb gebe/hamile olmak, bebek/çocuk beklemek.
English-Turkish translations from the Atalay Dictionary, First Edition