foot

  1. Noun ayak. (İlgili sıfat:
    pedal).
    at one's feet: ayağının dibinde, etkisi altında.
    sit at
    one's feet: (a) bir kimsenin hayranı/öğrencisi/müridi olmak, (b) birinin ayak ucuna oturmak.
    under foot: ayak altında.
  2. Noun (omurgasız hayvanlarda) ayak, ayağa benzer kısım.
  3. Noun kadem (uzunluk ölçüsü), 12 inç veya 30.48 cm.
    He's 6 feet tall. The building is 40 feet high.

    cubic foot: ayak küpü (28.317 lt.).
    square foot: ayak-kare (929 cm2).
  4. Noun piyade, yaya asker.
    a regiment of foot: piyade alayı.
    foot passenger: yaya yolcu.
    go
    at a foot's pace: yaya hızı ile/ağır ağır gitmek.
  5. Noun yürüyüş/gidiş (şekli, hızı).
    swift of foot: ayağına tez, hızlı yürüyen.
  6. Noun adım.
  7. Noun (görev/şekil bakımından) ayağa benzer şey.
  8. Noun kısa çorap, çorabın ayak kısmı.
  9. Noun (bir şeyin) en alçak kısmı, alt, taban, kaide.
  10. Noun (yukarı/baş kısmın karşıtı olarak) ayak kısmı.
    the foot of a bed; the foot of a column.
  11. Noun dağ eteği/dibi.
  12. Noun (bir dizide) son, sonuncu.
  13. Noun (şiirde) vezin tef'ilesi: bir kapalı ve 1-2 açık heceden oluşan hece grubu.
    The way was long the wind
    was cold. mısraında iki
    çizgisi arası bir “
    foot”dur.
  14. Noun
    foots: tortu, çöküntü, posa, telve, rüsup.
  15. Noun
    foots: (tiyatroda) sahne aydınlatması.
  16. Noun, Maritime Traffic yelken tabanı.
    foot of a mast: direk ıskaçası.
    foot of a sail: yelkenin altabaşosu.
  17. Verb yürümek, yaya gitmek.
    We'll have to foot it.
  18. Verb
    foot it: dansetmek, ayaklarla ritmik hareketler yapmak.
  19. Verb (gemi) yol almak, seyretmek.
  20. Verb yürüyerek geçmek.
  21. Verb ayağına giymek/geçirmek.
    to foot a stocking.
  22. Verb ödemek, hesabı kapamak.
    foot the bill: hesabı ödemek.
    Who'll foot the bill for your stupid
    behavior? Bu sersemliğinin hesabını kim ödeyecek?
  23. Verb yerleştirmek, kurmak, tesis etmek.
  24. Verb ayak basmak.
  25. Verb tekmelemek, tekme atmak.
dalga ile vb sürüklenmek Verb
ayakkabısı vurmak Verb
yardıma muhtaç olmadan bir işi başarmak Verb
çevreye alışmak Verb
patika Noun
keçiyolu Noun
dar toprak yol Noun
görgü kurallarını gözetmek Verb
düşmemek Verb
kaymamak Verb
kendi sınırlarını bilmek Verb
ayakları üstüne düşmek Verb
mümkün olduğu kadar iyi izlenim bırakmak Verb
acele etmek Verb
gayret göstermek Verb
(a) iyi tesir bırakmaya çalışmak, iyi tarafını göstermek, (b) hızlı yürümek, acele etmek.
It's a long
way to the village, but if you put your best foot forward you'll reach it before the evening. (c) çok gayret sarfetmek, elinden geleni yapmak.
You've been so lazy in the past few months, you'll have to put your best foot forward if you want to pass that examination now.
azmetmek, sebat etmek, kararlı/azimli/sebatkâr olmak, kararında durmak, caymamak, ayak diremek. (b)
Brit.-argo
(otomobili) çok hızlı sürmek.
pot kırmak, gaf yapmak, çam devirmek.
pot kırmak, gaf yapmak, çam devirmek.
çelmelemek Verb
protesto olarak ayağa kalkıp mitingden çıkmak Verb
ayakucu
ayak kabarcığı: atletlerin ayaklarında görülen ve bir tür mantarın sebep olduğu bulaşıcı bir hastalık.
topu kavramış kuş pençesi şeklinde mobilya ayağı.
claw-and-ball foot ile ayni anlama gelir. Noun
hazırlıksız yakalanmak.
The party started on the wrong foot: Toplantı aksiliklerle başladı.
yaya olmak Verb
iyi izlenim/etki bırakacak tavır/tutum.
put one's best foot forward/foremost foot1 (39).
birinin elinıkolunu bağlamak Verb
birinin elini kolunu bağlamak Verb
kenarları 30.5x30.5 cm, kalınlığı 2.54 cm olan kereste hacmi. Noun
(mobilya) konsol ayak. Noun
(birisini) gafil avlamak, zayıf tarafından yakalamak.
(a) çatal tırnak: koyun, keçi, sığır, geyik vb.'nin iki parçalı tırnakları, (b) şeytanın/şeytanca dürtülerin simgesi.
yumru ayaklılık
(doğuştan) yumru ayak
(mobilyada) ördek ayağı.
fil ayağı
(Testudinaria Elephantipes): G. Afrikada yetişen ve yerelmasına benzer yumru kökü yenilen
tırmanıcı bir bitki.
Hottentot's bread ile ayni anlama gelir.
Noun
çayır yarası: çayırda otlayan hayvanların ayaklarında görülen bir hastalık.
düztaban
(argo) polis
baştanbaşa, baştan ayağa, tepeden tırnağa (kadar).
bir kademlik (30.5 cm) cephe uzunluğu: arsalarda cephe uzunluk birimi. Noun
korkmak Verb
ayakaltı nda dolaşmak Verb
yürüyerek gitmek Verb
yaya gitmek Verb
(a) kıskıvrak, elini ayağını, tamamıyla, kımıldayamaz bir halde.
tie/bind somebody hand and foot:
birinin elini ayağını bağlamak. (b) her arzusuna/emrine âmade, elpençe divan, bir dediğini iki etmeden.
Wait on (somebody) hand and foot: bir dediğini iki etmemek, her arzusunu yerine getirmek.
korkmak Verb
ayağını acıtmak Verb
atlı ve yaya
süvari ve piyade
kadem
(kutuplarda) buzkuşağı: kutup kıyılarında donan deniz suyu ve kardan oluşan duvar. Noun
birini yere sermek Verb
parmağını bile oynatmamak Verb
parmağını bile oynatmamak
(a) yaya olarak, yürüyerek.
to go on foot: yaya yürümek.
It takes longer to travel on foot
than by car. (b) hazırlanmakta, hazır.
A plan's on foot to invite the Minister of Health to visit our hospital.
set on foot: kurmak, başlatmak.
Who set that business on foot?
dikiş makinası ayağı.
ayak protezi Noun, Medicine
protez ayak Noun, Medicine
takma ayak Noun, Medicine
vapur dumanı Noun, Botany
kabahat kiminse onu suçlandırmak.
dipnot olarak verilmiş
hapis kaçağı
yolu kullanan yaya
birini baştan aşağı süzmek Verb
bir işi kalkındırmak Verb
bir işi çalıştırmayabaşlamak Verb
müzakereleri açmak Verb
müzakereleri başlatmak Verb
başlatmak.
set one's cap for
k.d. (evlenmek maksadıyla) peşini bırakmamak.
kendini ayağından vurmak (kendi çöküşüne neden olmak Verb
birinin ayaklarına oturmak Verb
ayak kare = 0.0929 m2.
işe yanlış yerinden başlamak Verb
durum bunun tersine, iş anladığın gibi değil.
(a) üstüne basıp geçmek, çiğnemek, (b) insafsızca/kötü muamele etmek.
ayak altında ezmek/çiğnemek.
soğuk ve rütubetten ilerigelen ayak hastalığı.
boru-ayak: birçok derisidikenlilerin vücutlarındaki borusal çıkıntı. Noun
(bir kimsenin) bir dediğini iki etmemek, etrafında dört dönmek, en ufak arzusunu yerine getirmek.
birinin etrafında dört dönmek, canla başla hizmet etmek.
Linda is spoiled because her mother waits on her hand and foot.
kocasının etrafında dört dönmek Verb
(mobilyada) ördek ayağı. Noun
hesabı ödemek Verb
gaz pedalı Noun, Transport
marşpiyel Noun, Automobiles
ayak freni. Noun
mum-ayak (aydınlatma birimi): ışık gücü 1 mum olan kaynağın 1 ayak (30.5 cm) uzaktaki yüzeyde husule
getirdiği aydınlatma (= 1 lümen/0.093 m2).
Noun
ayak bakımı Noun, Medicine
ayak fetişizmi Noun, Sexuality
basamak
dans etmek Verb
yaya gitmek Verb
ayak hokkabazı. Noun
ayak hokkabazlığı. Noun
ayak tornası Noun
fren pedalı
pedal
ayakla kaldırma düzeni
sayfa alt çizgisi
ağ alt ipi
geçit kütüğü
alt marj
dip not
dipnot Noun
sayfanın altı
yaya yolcu
keçiyolu
patika
kaldırım
trotuar
pedal lastiği
yaya yolu
kök-çürüten: narenciye ağaçlarının gövde ve dallarının dibinde çürümelere sebep olan bir hastalık. Noun, Botany
toynak yangısı: davar ve sığırlarda topallığa sebep olan bir hastalık Noun
bir ayaklık ölçü cetveli
katlanır cetvel
bir ayaklık ölçü çetveli , katlanır cetvel
çamurluk
piyade eri/neferi, yaya asker. Noun
(motosiklet) ayak marşı
marşpiyel Noun, Automobiles
ayak şalteri
hesabı ödemek Verb
parasını vermek, (önemli bir şeyin) bedelini ödemek, sorumluluğunu üzerine almak.
Who's going to foot
the bill for the failure of the new aircraft?
mali destek giderlerini üstlenmek Verb
hesabı ödemek Verb
faturayı hesabı ödemek Verb
patika
ayak izleri Noun
toplamını bulmak, toplamak, yekûn etmek.
oldukça pahalıya mal olmak Verb
10,000 dolar tutmak Verb
payanda duvarı
falaka Noun
her iki tarafı da idare etme (hem nalına hem mıhına).
His political opinions aren't very decided or
courageous; he keeps a foot in both camps.
iltimas/kayırma başlangıcı.
sayfanın altında
listenin dibinde
paça peltesi: pelteleşmiş dana paçası suyu. Noun
≈ 0.093 m3.
piyasada daha büyük bir yer işgal etmek Verb
piyasanın büyük payını ele geçirmek Verb
katılmak, girmek, iltihak etmek, ayağını atmak.
He's joined the sports club in the hope of getting
a foot in one of the teams.
tabanları yağlamak Verb
bir ayağı hapiste olmak Verb
bir ayağı çukurda/mezarda olmak.
İnanmam! Haydi sen de! Kime yutturuyorsun!
“She says she's too busy to speak to you.” “Busy, my foot!
She just doesn't want to.”
hiç hata yapmamak Verb
bir ayağı mezarda
yanılmak, yanlış adım atmak, hata işlemek, çürük/yaş tahtaya basmak.
He's very good at dealing with
all kinds of people, he never puts a foot wrong.
ayakları yere sağlam basmak Verb
sağlam durmak Verb
ayağını yere sağlam basmak Verb
pot kırmak Verb
patavatsızlık etmek Verb
münasebetsizlik etmek Verb
gaf yapmak Verb
(bir yere) ayak basmak.
ayak basmak, girmek, adımını atmak. (Olumsuz tümcelerde kullanılır).
Never set foot on our property
again! Mülkümüze bir daha ayak basma!
No man has ever set foot on that rocky island.