-
Verb koymak, bırakmak, vaz'etmek.
lay a book on a desk.
lay a finger on: dokunmak, el sürmek, zarar vermek. -
Verb sermek, yatırmak.
One punch laid him low: Bir yumrukta yere serildi.
The storm laid the grain flat. -
Verb sunmak, takdim/arz etmek, önüne koymak/getirmek.
to lay before: sunmak, arzetmek, izahat vermek,teşhir etmek.
He laid his case before the commission. -
Verb ileri sürmek, ortaya atmak.
to lay claims: iddia etmek, (savı) ileri sürmek. -
Verb isnat etmek, atfetmek, (üstüne) yıkmak, yüklemek, hamletmek.
to lay blame on someone: birisinisuçlandırmak/suç isnat etmek.
to lay stress on (something): (bir şeyin) üzerinde önemle durmak, (bir şeye) önem vermek/ehemmiyet atfetmek. -
Verb gömmek, toprağa vermek, defnetmek.
They laid him to rest. -
Verb yumurtlamak.
to lay eggs. -
Verb (kumar, bahsi müşterek vb.) pey sürmek, (para) koymak.
He layed $10 on the horse. -
Verb bahse girmek, bahis tutuşmak.
I'll lay you ten to one that he wins: Bire karşı on ile bahse girerim ki o kazanacak. -
Verb (belirli bir duruma) sürüklemek, sevketmek, getirmek, (bir durumda/halde) bırakmak.
The failure ofhis crops laid him in debt: Ürün alamadığı için borca girdi. -
Verb (vergi vb.) koymak/vazetmek/tarhetmek, (ceza vb.) vermek/kesmek.
They lay an embargo on shipment of oil. -
Verb
lay to/on: yerleştirmek, (yerine/belirli bir duruma) koymak, uygulamak, tatbik etmek. -
Verb (tuzak) kurmak.
lay fast: yakalamak, kaçmasına meydan vermemek. -
Verb yerleştirmek, tesis etmek, kurmak, açmak.
The scene laid in France.
to lay a line of defense:savunma hattı kurmak/tesis etmek. -
Verb (muntazam) dizmek, örmek.
to lay bricks. -
Verb döşemek, yaymak, sermek, (yol) yapmak.
to lay a pipeline. to lay a superhighway.
to lay between:ikisi arasına döşemek. -
Verb (sofra) kurmak, hazırlamak.
to lay the table: sofra kurmak. - Verb (boya vb.) sürmek.
- Verb (plân vb.) tasarlamak/yapmak/kurmak.
-
Verb
lay on/at/about: (sopa, kamçı vb.) vurmak/indirmek/aşketmek. -
Verb düzeltmek, düzgün hale getirmek, düzgünleştirmek.
to lay the nap of cloth. -
Verb (halat, iplik vb.) örmek, bükmek.
to lay a cable: halat örmek. -
Verb yatıştırmak, sakinleştirmek, teskin etmek, gidermek.
to lay a person's doubts at rest. -
Verb çökeltmek, dibe çöktürmek.
laying the clouds of dust with a spray of water. -
Verb, Maritime Traffic yönel(t)mek, (belirli bir yöne) döndürmek/çevirmek/gitmek.
to lay aloft. to lay close to wind. lay the land. - Verb (topu/silahı) tevcih etmek, nişan almak.
-
Verb (birisiyle) cinsî münasebette bulunmak,
argo-kaba sikmek, düzmek. - Verb (bkz: lie )2.
- Noun duruş, yatış, durum, konum, vaziyet.
- Noun mevki, mahal.
- Noun (halat) büküm, bükme tarzı.
- Noun balıkçılıkta) kâr, hisse.
-
Noun (a) cinsî münasebet,
kaba sik(iş)me, (b) cinsî münasebette bulunulan kimse. - Verb (bkz: lie )2 (pt).
-
Adjective lâik, papaz sınıfından olmayan, halka ait, halk tarafından yapılan.
a lay sermon. - Adjective belirli bir meslekten (özellikle doktor, mühendis, hukukçu) olmayan, mesleksiz, ehliyetsiz.
- Noun şiir, gazel, şarkı.
- Noun ezgi, nağme.
birisini sorumlu tutmak.
We laid the blame for the mistake at his door: Yanlışlıktan onu sorumlu tuttuk.
We laid the blame for the mistake at his door: Yanlışlıktan onu sorumlu tuttuk.
(a) üstüne basmak, tam isabet ettirmek, olduğu gibi hatırlamak, göstermek, (b) (isabetle) bulmak, bulup
çıkarmak, keşfetmek.
I can't quite put my finger on what's wrong with the engine.
lay one's finger on the cause: sebebini bulmak, meselenin esasına parmağını basmak.
I can't quite put my finger on what's wrong with the engine.
lay one's finger on the cause: sebebini bulmak, meselenin esasına parmağını basmak.
(a) terketmek, reddetmek, vazgeçmek, feragat etmek.
They laid aside their bad habits. (b) ayırmak,
They laid aside their bad habits. (b) ayırmak,
saklamak, bir yana koymak, (c) biriktirmek.
lay aside money for one's old age. (d) (elinden) bırakmak, bir yana koymak.
He laid his book aside to listen to me.
lay aside money for one's old age. (d) (elinden) bırakmak, bir yana koymak.
He laid his book aside to listen to me.
(a) saklamak, biriktirmek, tasarruf etmek.
I laid away ten dollars a week toward buying a bicycle.
I laid away ten dollars a week toward buying a bicycle.
(b) (malı) ayırmak, bir yana koymak, saklamak, (c) (birisini) gömmek, defnetmek.
açmak, açıkça ortaya koymak, soyup çıplak bırakmak.
to lay bare to someone: (sırrı) birisine söylemek/açıklamak,
to lay bare to someone: (sırrı) birisine söylemek/açıklamak,
ifşa etmek.
din hademesi: kendini bir dine adayarak dinsel kurumlarda (mutfak/bahçe işlerinde) çalışan kimse. Kadın
ise:
lay sister, laywoman.
Noun
lay sister, laywoman.
(a) saklamak, biriktirmek, ayırmak, tasarruf etmek, yığmak.
He had managed to lay by some money for
He had managed to lay by some money for
college. (b) (gemi) durmak, (c) ıskartaya çıkarmak, bir kenara atmak, (d) (mısır vb.) son ürünü ekmek.
(a) bırakmak, terketmek, vazgeçmek, feda/feragat etmek.
lay down the arms: silahlarını bırakmak,
lay down the arms: silahlarını bırakmak,
teslim olmak.
lay down one's life: hayatını feda etmek.
He laid down his life for his country.
lay down the office: görevden çekilmek, istifa etmek, (b) (ilerisi için) saklamak, biriktirmek, depo etmek. (c) (hedefe) yöneltmek, tevcih etmek, (d) emretmek, âmirane hükmetmek, (yasa/yönetmelik vb.) koymak, vaz'etmek, tesis/tespit etmek.
lay down the law. lay down rigid rules. These prices have been laid down by the manufacturers. (e) yere koymak, yatırmak.
lay the baby down. She laid herself down. (f) pey sürmek, (peşin) ödemek.
How much are you ready to lay down? (g) tezgâhlamak, yapmaya/inşaata başlamak.
lay down a new ship. (h) (araziyi) otlağa/çayırlığa çevirmek.
lay down in/to/under grass. (i) plân/harita yapmak, (j) açıklamak, tefsir etmek, (k) piyasaya çıkarmak.
lay down one's life: hayatını feda etmek.
He laid down his life for his country.
lay down the office: görevden çekilmek, istifa etmek, (b) (ilerisi için) saklamak, biriktirmek, depo etmek. (c) (hedefe) yöneltmek, tevcih etmek, (d) emretmek, âmirane hükmetmek, (yasa/yönetmelik vb.) koymak, vaz'etmek, tesis/tespit etmek.
lay down the law. lay down rigid rules. These prices have been laid down by the manufacturers. (e) yere koymak, yatırmak.
lay the baby down. She laid herself down. (f) pey sürmek, (peşin) ödemek.
How much are you ready to lay down? (g) tezgâhlamak, yapmaya/inşaata başlamak.
lay down a new ship. (h) (araziyi) otlağa/çayırlığa çevirmek.
lay down in/to/under grass. (i) plân/harita yapmak, (j) açıklamak, tefsir etmek, (k) piyasaya çıkarmak.
(a) dövmek, dayak atmak, pataklamak, saldırmak, üstüne yürümek.
He laid into the vicious dog wit a
He laid into the vicious dog wit a
stick. (b) azarlamak.
My parents laid into me for not doing my homework. (c) (sözle/kuvvetle) tecavüz/taarruz etmek.
My parents laid into me for not doing my homework. (c) (sözle/kuvvetle) tecavüz/taarruz etmek.
(a) hasta etmek, yatağa düşürmek, (b)
ABD- argo gizlenmek, (c) yere sermek, yer ile yeksan etmek,
ABD- argo gizlenmek, (c) yere sermek, yer ile yeksan etmek,
yıkmak, hezimete uğratmak.
(a) (ekseriya iş azlığından ve geçici süre için) işten çıkarmak/atmak, işine son vermek, kovmak, azletmek,
görevden almak, (b)
argo (alaya/şakaya vb.) son vermek, (yakasını) bırakmak.
lay off complaining: şikâyeti bırak.
lay off me! Bırak yakamı! (c) (kıyıdan/başka gemiden) uzaklaşmak.
argo (alaya/şakaya vb.) son vermek, (yakasını) bırakmak.
lay off complaining: şikâyeti bırak.
lay off me! Bırak yakamı! (c) (kıyıdan/başka gemiden) uzaklaşmak.
(a) (sorumluluk vb.) yüklemek, (suç vb.) üzerine atmak, itham etmek, (b) (tokat vb.) vurmak, aşketmek,
(c) (su/gaz vb.) doldurmak, (d) (baskı için kâğıdı makine üzerine) yerleştirmek, (e) bırakmak, koymak, (f) kaplamak, (g) kilo almak, şişmanlamak.
(a) (boylu boyuna) sermek, yaymak, (b) düzenlemek, tanzim etmek, hazırlamak, (c) (ölüyü gömülmeye) hazırlamak,
(d)
k.d. (para) harcamak/vermek, sarfetmek, ödemek, (e) plânlamak, tasarlamak, (bahçe /bina/şehir vb. için) plân yapmak.
to lay out a garden. (f) (bir kimseye) vurmak, vurup yere sermek, vurup bayıltmak, leşini sermek.
k.d. (para) harcamak/vermek, sarfetmek, ödemek, (e) plânlamak, tasarlamak, (bahçe /bina/şehir vb. için) plân yapmak.
to lay out a garden. (f) (bir kimseye) vurmak, vurup yere sermek, vurup bayıltmak, leşini sermek.
(a) ertelemek, sonraya bırakmak, tehir/talik etmek.
The vote will have to be laid over until next
The vote will have to be laid over until next
week. (b)
ABD mola vermek, duraklamak, ara vermek.
We'll lay over in Bursa for a few days and then drive to İzmir. (c) (üzerine/üzerini) kaplamak.
ABD mola vermek, duraklamak, ara vermek.
We'll lay over in Bursa for a few days and then drive to İzmir. (c) (üzerine/üzerini) kaplamak.
(Anglikan kilisesi) papaz yardımcısı: rahip olmadığı halde bazı dinî âyinleri yaptırma yetkisi olan kimse.
Noun
(a)
den. gemiyi (foça edip) durdurmak, (b)
den. gemiyi doka çekmek/doklamak, (c) gayret
den. gemiyi (foça edip) durdurmak, (b)
den. gemiyi doka çekmek/doklamak, (c) gayret
etmek, (işe) dört elle sarılmak/kendini vermek, (d) atfetmek, yüklemek, isnat etmek.
(a) biriktirmek, toplamak, (ilerisi için) saklamak, (b) hasta etmek, yatağa düşürmek, yatalak etmek,
(c) gemiyi kızağa çekmek, tamire almak.
geminin limanda yattığı süre ile ilgili olarak nakliyat sigortacılarının yaptığı prim iadesi
Noun
Turkish Dictionary (Kubbealti Turkish Dictionary)
- Tortu