leg.

  1. legal.
  2. legate.
  3. legato.
  4. legend.
  5. legislative.
  6. legislature.
leg
(a) bacak, baldır, diz kapağından ökçeye kadar olan kısım.
She's got nice legs: (O kızın) güzel
bacakları var. (b) but.
leg of mutton: koyun budu.
Noun, Anatomy
leg
ayak, mobilya ayağı, bacak görevi gören şey. Noun
leg
(pantalon, vb.) bacak. Noun
leg
(pergel vb.) ayak.
the legs of a compass. Noun
leg
üçgenin yan kenarı, (dik üçgenlerde) dik kenar. Noun
leg
aşama, merhale, kademe.
The last leg of a trip. Noun
leg
geminin rota değiştirmeden aldığı yol. Noun, Maritime Traffic
leg
(spor yarışmalarında) bölüm.
Won the first two legs of horse racing. Noun
leg
(kriket) (a) oyuncunun sol ve gerisindeki alan, (b) bu alandaki oyuncu veya bunun pozisyonu. Noun
leg
reverans, diz bükme.
make a leg: reverans yapmak. Noun
leg

leg it: hızlı yürümek, koşmak. Verb
leg
(sandalı) ayakla hareket ettirmek, pedallamak. Verb
yasa gereğince.
seferin yüksüz kısmı
sendikacıların başlattığı grev esnasında işi durdurmak istemeyen ya da grevdeki işçinin işini yapan veya
sendika üyesi olmayı reddeden işçi
İyi şanslar.
çok pahalı olmak Verb
pahalıya patlamak Verb
fiyatı çok yüksek olmak Verb
pahalıya mal olmak Verb
son etap
kanatlı masa ayağı: açılır kapanır kanadı olan masanın kanadı açıldığı vakit altına konulan menteşeli ayak. Noun
tutunacak bir dal bırakmamak, kıskıvrak bağlamak, çaresiz bırakmak.
(a) birisinin ata binmesine yardım etmek, (b) birisine yardımda/müzaherette bulunmak, kalkınmasına yardım etmek, desteklemek.
dayanağı/mesnedi olmamak, tutar tarafı olmamak, mesnetsiz olmak, savunulacak/müdafaa edilecek tarafı
olmamak, kuvvetli delilden yoksun olmak.
kabul ettireceği mazereti olmamak Verb
ayağı alçı da
hasta olan bacağı
(alkollü içkinin sebep olduğu) kötürümlük Noun
(krikette) oyuncunun (eli hariç) vücuduna değen top ile yapılan sayı.
yürümek Verb
ayak işi gören kişi
yerel muhabir
takılma
işletme
şaka
takılma
aldatma
alçılı bacak
oturmuş bir kişinin bacakları için yer
bacak yeri
bacak gösterisi
yardım, destek, takviye. Noun
head start. Noun
dizlik, dolak, dizlere ısıtmak için geçirilen giysi Noun
yere eğilerek selam vermek Verb
diz boyu suda
filibit. Noun
dayanağı/mesnedi olmamak, tutar tarafı olmamak, mesnetsiz olmak, savunulacak/müdafaa edilecek tarafı
olmamak, kuvvetli delilden yoksun olmak.
iddialarını birer birer çürütmek, savunmasız bırakmak.
peg ile ayni anlama gelir. tahta bacak.
tahta bacak. Noun
tahta bacaklı kimse. Noun
bacak protezi Noun, Medicine
takma bacak Noun, Medicine
takılmak, şaka yapmak, alay etmek, dalga geçmek,
argo matrak geçmek.
He didn't realized I was
pulling his leg, he believed what I said.
aldatmak Verb
birini aldatmak Verb
yutturmak Verb
birine takılmak Verb
takılmak, şaka/lâtife etmek, kızdırmak.
acele etmek Verb
rövanş maçı Noun, Sports
(a) acele etmek, (b) dansetmek.
acele etmek.
yola koyulmak Verb
çabuk kalkıp gitmek Verb
yataktan kalkmak.
Durum değişti; eski çamlar bardak oldu.
engel/ayak bağı olmak.
milk leg Noun