bir şehri avucunun içi gibi bilmek
Verb
bir şehri avucunun içiymiş gibi tanımak
Verb
şehir hrii avucunun içiymiş gibi tanımak
Verb
Bavul, el çantası ve benzerleri ile saraçlık ve koşum takımı imalatı (deri giyim eşyası hariç) (NACE kodu: 15.12)
Noun, Trades-Professions
cezaya erkekçe katlanmak
Verb
(a) canı istemek, arzu/istek duymak, istemek, arzu etmek.
I feel like seeing her: Onu göreceğim
geldi.
Do you feel like a swim? (b) benzemek, hissini vermek.
The cat's fur felt like silk.
benzemek.
It looks like raining: Yağmur yağacağa benziyor.
(a) taklit etmek, … rolü yapmak, (b) (bir kimsenin yaptığı işi) yapmak, (işi) üzerine almak.
to make like a cook: aşçılık yapmak, aşçılık işini üzerine almak.
pek … değil.
It's nothing like as cold as it was yesterday: Pek dünkü kadar soğuk değil.
benzemez, … gibisi yoktur.
There's nothing like a holiday to make one feel rested: Dinlenmek için
hiçbir şey tatile benzemez.
pek okadar değil, daha az.
“Is it $20 for a taxi to the airport?” “ No, nothing like that.” Hava
alanına taksi 20 dolar tutar mı? Hayır, pek o kadar tutmaz.
papazvari, papaz gibi, papaza yakışır.
aşağı yukarı, … civarında, takriben, … gibi.
The tune goes something like this: Makam aşağı yukarı
şöyle devam ediyor.
It cost something like $90: Aşağı yukarı $90 tutar.
That's something like it: Onun gibi bir şey.
üzengi gibi, üzengi biçiminde.
eşi(ni), benzeri(ni), böylesi(ni).
We have never seen the like before.
istenilmeyen ancak kaçınılamayacak birinin ikide bir insanın karşısına çıkması
şiddetle, olanca/var kuvvetiyle, bütün gücüyle.
He works like anything: Bütün gücüyle çalışıyor.
It rains like anything: Şiddetli yağmur yağıyor.
We ran like anything to get away: Kurtulmak için var kuvvetimizle koştuk.
aşırı, pek çok, ifrat derecede.
tencere yuvarlanır kapağını bulur
(a) öfkeli öfkeli, öfke ile, kızgınlıkla, pek şiddetli.
He moans like hell when he loses a bet:
Bir bahsi kaybedince kıyametleri koparır. (b) (ünlem olarak) kim demiş? asla … değil! kat'iyen değil!
“But you were there, weren't you?” “Like hell, I was! I certainly wasn't.” “Fakat sen de orada idin, değil mi?” “Kim demiş orada olduğumu, elbette değildim!”.
saat gibi, dakik, hassas, düzgün, muntazam.
canla başla, büyük gayretle, aşırı derecede fazla.
You'll have to work like crazy to get this finished.
pek fazla, aşırı derecede.
He works like crazy.
birşey yapmaktan hoşlanmak
Verb
birşey yapmayı sevmek
Verb
birşey yapmaktan hazzetmek
Verb
birşey yapmaktan keyif almak
Verb
asla, kat'iyen, dünyada olmaz, ne gezer? nerde? sen neden bahsediyorsun?
“Did he go?” “Like fun he did!” “Gitti mi?” “Ne gezer?”
hiddetle, çok hızlı/şiddetli, deli gibi.
It rained like fury: Çok şiddetli yağmur yağdı.
work like fury: inek/eşek gibi çalışmak.
(a) çok, pek çok/ziyade, ölesiye, canı çıkasıya.
I worked like hell to get the house built: Evi
yaptırıncaya kadar canım çıktı (ölesiye çalıştım). (b) (yapsın vb.) da görsün, dünyada/asla/kat'iyen (yapamaz).
Like hell he is going to use my car: Arabamı hele bir kullansın da görsün! (c) elbette, hem de nasıl! bu da sorulur mu? onun da sözü mü olur?
“Will you do it?” “Like hell!” Bunu yapar mısın?” “Bu da sorulur mu!”
(a) öfkeli öfkeli, öfke ile, kızgınlıkla, pek şiddetli.
He moans like hell when he loses a bet:
Bir bahsi kaybedince kıyametleri koparır. (b) (ünlem olarak) kim demiş? asla … değil! kat'iyen değil!
“But you were there, weren't you?” “Like hell, I was! I certainly wasn't.” “Fakat sen de orada idin, değil mi?” “Kim demiş orada olduğumu, elbette değildim!”.
pek fazla, aşırı derecede.
He works like crazy.
mucize gibi, birdenbire, ansızın.
as if by magic: mucize kabilinden, umulmadık şekilde.
kendisindeki ve çevresindeki değişikliklerden habersiz
şiddetli, şiddetle, amansızca.
It was raining like sin: Şiddetli yağmur yağıyordu.
büyük süratle/kolaylıkla.
birinin birşeyini sevmek
Verb
birinde birşeyden hoşlanmak
Verb
gürültü patırtı çıkararak
şöyle, şu türlü, şu şekilde.
It happened like this: (Olay) şu şekilde oldu.
I'm sorry I didn't come, but it was like this: Özür dilerim, gelemedim, fakat şöyle oldu.
like that: öyle, o türlü.
People like that can't be trusted: Öyle kimselere itimat edilmez.
birşey yapmaktan hazzetmek
Verb
birşey yapmaktan hoşlanmak
Verb
birşey yapmayı sevmek
Verb
serbestçe, engelsiz, su gibi.
To spend money like water: Su gibi para harcamak.
birşey gibi davranmak
Verb
büyük sayılarla ölmek
Verb
sonunda biriyle aynı duruma düşmek
Verb
sonunda birine benzemek
Verb
birşey gibi hissetmek
Verb
biçilmiş kaftan olmak
Verb
iskambil gibi devrilmek
Verb
aynen ...'de olduğu gibi
Adverb
yürekten kahkaha atmak
Verb
avukat gibi (daima) yalan söylemek.
hiç utanmadan yalan söylemek
Verb
hiç yüzü kızarmadan yalan söylemek
Verb
birşeyi yalandan yapmak
Verb
birşey gibi davranmak
Verb
birşeyi yapar gibi görünmek
Verb
su gibi para harcamak
Verb
grev biçimi önlemler
Noun
çok ağır sözlerle sövüp saymak
Verb
birine köpek muamelesi yapmak
Verb