arkası …'e dönük olmak.
The house backs onto the river.
yapışmak, sımsıkı tutmak, birşeyi kendine mal etmek.
(a) birisiyle görüşmek.
I'll get onto the director and see if he can help. (b) hilesini/foyasını
meydana çıkarmak.
He tricked the people for years until the police got onto him. (c) seçilmek, atanmak.
My friend got onto the City Council. (d) işi/konuyu ele almak, (işe/müzakereye) başlamak.
Let's get onto our subject. (e) binmek.
I got onto the plane at Rome.
(a) saklamak, muhafaza etmek, beklemek.
We should hang onto the house and sell it later when the prices are higher. (b) tutunacak yeri/istinatgâhı olmak, yardım görmek, destek bulmak, dört elle sarılmak.
The old man had only his religion to hang onto when he lost his family.
(a) elde etmek, ele geçirmek, (b) bırakmamak, sımsıkı sarılmak, (gitmesine) izin vermemek, çam sakızı
gibi yapışmak, (c) kavramak, anlamak, akıl erdirmek, idrak etmek.
(füze vb) otomatik olarak yolu bulmak ve hedefe kilitlenmek
Verb
“varlık, yaratık”.
ör.: ontology.
Prefix
sırtını birşeye vermek
Verb
birşeye arkasını dönmek
Verb
arkasında birşey yer almak
Verb
birşeyi birşeye yedeklemek
Verb, Information Technology
birşeyin yedeğini birşeye almak
Verb, Information Technology
bir kimsenin yasa dışı eylemlerini/planlarını meydana çıkarmak.
keşfetmek üzere olmak.
They saw a royal seal, so they knew they were onto something.
birine birşeyden bahsetme fırsatı vermek
Verb
birini birşey bahsine getirmek
Verb
birini bir konuya getirmek
Verb
birşeyi açıklığa kavuşturmak
Verb
birşeyin anlaşılmasını sağlamak
Verb
teçhizat amortismanını maliyete yüklemek
Verb
teçhizat amortismanıni maliyete yüklemek
Verb
mevkii bir türlü elinden bırakmak istememek
Verb
bir mevkii bir türlü elinden bırakmak istememek
Verb
bir temsili sahneye koymak
Verb
bakmak, nazır/yönelik olmak, açılmak.
The window gives on the sea. The door gives onto the garden.
trene bir vagon bağlamak
Verb
piyasa hissesini tutmak
Verb
bir vergiyi müşteriye yüklemek
Verb
birini bir işe koymak
Verb
bir konuşmayı para isteyerek bitirmek
Verb
tüketiciye yansıtılan vergi
evle karakol yan yana idi
haberdar, (gerçek sebebini/anlamını/mahiyetini) bilen.
The police is on to him: Polis onun peşindedir.