uyak, kafiye: mısra sonlarının ses uyumu.
Noun
görsel uyak, görünür kafiye, çıkardıkları ses değil de görünüşleri benzeyen sözcüklerin uyumu.
dişil kafiye: (a) son hecesi vurgusuz iki heceli kafiye (
double rhyme):
motion, notion veya
clever, never gibi, (b) son iki hecesi vurgusuz üç heceli kafiye (
triple rhyme):
fortunate, importunate gibi.
Noun
(geniş anlamda) çok heceli kafiye.
Noun
dişil kafiye: (a) son hecesi vurgusuz iki heceli kafiye (
double rhyme):
motion, notion veya
clever, never gibi, (b) son iki hecesi vurgusuz üç heceli kafiye (
triple rhyme):
fortunate, importunate gibi.
Noun
(geniş anlamda) çok heceli kafiye.
Noun
yarım uyak
Noun, Language-Literature
baş kafiye, manzume mısralarının başlarındaki kafiye, aliterasyon.
Noun
eş kafiye: aynı sözcüğün tekrarlanmasiyle yapılan kafiye.
Noun
manzum.
His works are mostly in rhyme: Eserleri genellikle menzumdur.
(a) iç uyak/kafiye, aynı mısradaki sözcükler arasında ses uyumu, (b) mısralar arası uyak/kafiye.
iç uyak
Noun, Language-Literature
bağlı kafiye: bir mısraın son hecesi ikinci mısraın ilk hecesiyle birleşerek ikinci mısraın son hecesine
uyan kafiye şekli.
Some birds fly/Towards the night gibi.
görsel uyak, görünür kafiye, çıkardıkları ses değil de görünüşleri benzeyen sözcüklerin uyumu.
mantık, mânâ, anlam.
without rhyme or reason: mantıksız, mânâsız, anlamsız, saçma, ipsiz sapsız,
durup duruken, hiç sebepsiz.
He said this without rhyme or reason: Bunu durup duruken/hiç sebep yokken söyledi.
There is neither rhyme nor reason about it: Buna hiçbir sebep yok; bu tamamen saçma bir şey.
Love happens irrationally, without the slightest rhyme or reason: Aşk durup duruken/birdenbire geliverir.
l: yedili şiir: yedişer mısralı kıtalardan oluşan ve
ababbcc şeklinde kafiyeli şiir. İlk olarak
Chaucer tarafından kullanılmıştır.
uyak düzeni, kafiye şekli.